All posts in Makaleler

Kronik Yorgunluk Sendromu

Yorgunluk bir çok hastalıkta görünen bazende bir hastalığa bağlı olmayan bir semptomdur. Motivasyon eksikliği, aşırı fiziksel efor, hormon vitamin ve minarel eksiklikleri, sosyo ekonomik problemler, depresyon yorgunluğun en önemli sebepleridir. Bazen yorgunluk MS, kanser, bağ dokusu hastalıkları, parkinson gibi önemli hastalıkların bir belirtisi olabilir bu nedenle yorgunlukla gelen hasta çok ayrıntılı değerlendirilmeli ve muhtemel bütün sebepler gözden geçirilmelidir.

Kronik yorgunluk sendromu (KYS) belirtileri nelerdir ?

Kronik yorgunluk sendromu fibromiyalji ve miyofasial ağrı sendromları ile sık karışan bir hastalıktır.

 

Aşağıda sayılan maddelerden herhangi birine evet cevabı verirseniz kronik yorgunluk sendromu hastalığınız olabilir. Bu hastalığın diğer bir adı da kronik yorgunluk immün disfonksiyon sendromudur.

1- 6 aydan uzun süren dinlenmeyle geçmeyen ve aşırı zorlanmaya bağlı olmayan yorgunluk

 

2- Yorgunluk, bitkinlik gibi belirtilerinizin herhangi bir sebebe bağlanamaması

 

3- Yorgunluğun yaşanılan vaktin yarısından fazla sürmesi ( 6 ayda 3 aydan fazla yorgun olmak )

 

4- Aşağıdaki şikayetlerden en az 4 ünün 6 aydan fazla sürmesi

 

  • Boğaz ağrısı
  • Boyun veya koltuk atlarında ağrılı veya hassas lenf nodları
  • Açıklanamayan kas ağrıları
  • Ağrının eklemden ekleme geçmesi, şişlik, ve kızarıklığın olmaması
  • Son zamanlarda başlayan baş ağrıları ve bu ağrıların başın tamamında etkili olması
  • Kısa süreli ve hafıza ve konsantrasyon problemleri
  • Egzersizden sonra en az 24 saat süren aşırı yorgunluk
  • Dinlendirmeyen uyku
Ayrıca; uykusuzluk, yaygın ağrı, beyinde uyuşma, barsak bozuklukları, susuzluk, tekrarlayan enfeksiyonlar, tükenmişlik gibi semptomlar görülür.

Kronik yorgunluk sendromunun sebepleri nelerdir ?

Kronik yorgunluk sendromunun sebepleri bilinmemektedir. Bağışıklık sisteminin iyi çalışmaması ve viral enfeksiyonlar hastalığın sebebi olarak gösterilmektedir.

Kronik yorgunluk sendromu nasıl tedavi edilir ?

Tedavide ilk adım yorgunluğun sebebini bulmaktır. Anemi, hipotiroidi, diabet, fibromiyalji sendromu, miyofasial ağrı sendromu, kanserler, parkinson, bağ dokusu hastalıkları, depresyon ve anksiyete, multipl skleroz yorgunluğun diğer önemli sebepleridir.

 

Kronik yorgunluk sendromunda tedavinin esasını hastanın semptomlarının tedavisi oluşturur. Tedavinin amacı hastayı daha aktif halde tutmak ve yorgunluğu azaltmaktır. Hastalığı tam olarak tedavi edecek bir ilaç henüz bulunamamıştır. Semptomların çoğu zamanla iyileşir.

Kronik yorgunluk sendromulu hastalar ne yapmalıdır ?

Bir günlük tutarak enerjilerinin en iyi olduğu saatleri tespit etmeli ve aktivitelerini bu günlüğe göre belirlemelidirler.

 

Fiziksel aktivite ve egzersiz seviyelerini yapabilme kabiliyetine göre ayarlamalıdırlar.

 

Egzersiz ve aktivite kesinlikle terk edilmemelidir.

 

Bu hastalıkla baş edebilmek için moral çok önemlidir

 

Hafıza ve konsantrasyon problemleri olanlar aklında tutmak istedikleri şeylerin bir listesini tutmalıdırlar

 

İlaçlar uykunun düzenlenmesine yardımcı olabilir. Ayrıca antiastenik ilaçlar, multivitamin ve mineral kombinasyonları yardımcı olabilir.
More

Egzersiz ve Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu

Ilımlı egzersizde; epidemiyolojik, klinik ve deneysel çalışmaların hepsinde üst solunum yolu enfeksiyonu sıklığının azaldığı gösterilmiştir. 15 haftalık bir yürüyüş egzersizinde deney grubu kadınlarda anlamlı üst solunum yolu enfeksiyonu azalması saptanmıştır. Ağır egzersizde ÜSYE artışı gözlenmiştir. Burada istenilen orta dereceli kronik egzersizdir.

 

SedanteR (durağan) yaşayanlarda ÜSYE belirli bir düzeyde iken, kronik orta dereceli egzersizde azalır, ağır egzersizde ise çok artar. En azından bu sebepten dolayı egzersiz ve immün sistem önemlidir. ÜSYE birçok iş gücü, para, zaman kaybına neden olduğu gibi ağır durumlara geçişlerde can kaybı yaratabilir.

KANSER VE EGZERSİZ

Son yıllar egzersizin kanser üzerine etkisi konusunda bir çok çalışma yapılmıştır. Deneysel araştırmalar da egzersizin tümorogenez direnci arttırdığı saptanmıştır. Bu etkileri enerji dengesi ile açıklayan bir kısım araştırıcı, egzersizle artan enerji ihtiyacının tümör büyümesini yavaşlattığı görüşünde olmasının yanında temel mekanizmanın immünolojik olduğu sanılmaktadır.

 

Fiziksel aktivitenin daha düşük kolorektal kansere yol açtığına dair bulgular vardır. Kolon kanserinin nispi riski sedanterlerde daha aktif gruplara göre 1,3 ile 2 kez daha fazla görülmektedir. Fiziksel aktivite, kadınlarda meme ve üreme sistemi gibi diğer sistemlerin kanser insidansını azaltmaktadır. Diğer bölgelerin kanser riskiyle ilişkileri geniş çapta incelenmiş olmasa da egzersizle birlikte akciğer, tiroid, sindirim sistemi ve hemopoetik sisteminin kanserinin azaldığına dair bilgiler vardır.

 

Göğüs ve kolon kanseri üzerine Kaliforniya üniversitesinde yapılan çalışma sonuçları tartışılmaz görülmektedir; buna göre düzenli egzersiz yapan kadınlarda göğüs kanseri riski anlamlı olarak azalmaktadır. Haftada düzenli olarak 1-3 saat arasında egzersiz yapan kadınların göğüs kanseri riski % 30, 4 saatten fazla egzersiz yapanlarda % 55 oranında azalmaktadır.

 

Sedanter biçimde, masa başında çalışanlar ile kolon kanseri arasında doğrudan bir ilişki vardır. Uterus, cerviks, prostat ve akciğer kanserlerinde egzersiz düzeyinin artışı ile kanser riskinin azalması arasında kesin bir azalmanın olduğu görülmektedir.

 

Bazı kanser türlerinde, özellikle göğüs kanserinde, obezite kanser gelişimi ile istatistiksel olarak ilişkilidir, bu diagnoz boyutu nedeniyledir, yağ dokusunun artışından kaynaklanır. Bu mantıklı görünmektedir. Düzenli egzersiz yapan kişiler obezlere göre daha düşük yağ oranına sahiptirler muhtemel kanser riskini uzaklaştırmaktadırlar.

 

Benzer şekilde, egzersiz gastrointestinal metabolizmayı hızlandırır. Bu metabolizma artışı sindirim ve boşaltım süreçlerinin artışına yol açar. Bu olayın kimyasal onkojeniklerin (kanser yapan) ve yenilen sağlıksız besinlerin metabolitlerini uzaklaştırdığı düşünülmektedir. Kesin sonuç kolon ve diğer gastrointestinal kanser türlerinin azaldığını göstermektedir. Son birkaç yılda egzersizin immün sistemi destekleyerek kanser riskini azalttığına dair kanıtlar vardır.

EGZERSİZ VE MENTAL SAĞLIK

Mental stres, iyi beslenememe, hızlı kilo kaybı ve bozulmuş hijyen, bozulmuş immünite ile birlikte olabilir. Bu faktörlerden her biri ağır egzersize maruz kalan sporcularda, egzersizin stresi ile onların immün sistemleri üzerinde birleşme potansiyeli gösterirler.

 

Mental stres immün sistemi zayıflatabilir. Taşınma, boşanma, aile problemleri ve aşırı kaygının immün sistemi zayıflattığı açıklanmıştır. Ilımlı yaşam tarzı, sıkıntılardan kurtulmak ve yeterli dinlenme süresi immün sistemi destekleyen en iyi silahlardır.

 

National Institute of Mental Health’ a göre;

 

  • Egzersiz mental sağlığı ve iyi hissetme halini pozitif olarak etkiler
  • Hafiften orta dereceye kadar egzersiz depresyonu, anksiyeteyi ve mental stres semptomlarını azaltır.
Bunlar birçok epidemiyolojik çalışmalarla gösterilmiştir. Bu etkiyle stresin etkileri ortadan kaldırılabilir.

EGZERSİZ VE ENDOJEN OPİYAT SİSTEM

Aerobik egzersiz endogen opiyat salgısını arttırır; endorfinin, met–enkefalin. Bu hormonlar, kendini iyi hissetme hali ve öfori sağlar. İyi derecede antrene sporcuların spora devam dürtüsünü yaratırlar. Bu kısır döngü gibidir ve egzersiz yoksunluğu sendromundan sorumlu tutulmaktadırlar. Böylece stres faktörleri elemine edilir. Ayrıca bu hormonların immün sistem üzerinde direkt etkileri de vardır.

Sonuç

İmmün hücrelerin tümü, NK hücreleri, nötrofiller, makrofajlar (asıl immün sistem) akut egzersizin etkilerine, fonksiyonları ve sayıları açısından çok daha duyarlı görülmektedir. Genel olarak ılımlı süre (<60’) ve şiddet (
More

Huzursuz Bacaklar Sendromu

Huzursuz bacak sendromu ayaklarını ve bacaklarını hareket ettirmediği zaman kişinin kendini huzursuz ve rahatsız hissetmesidir. Bu hastaların ayaklarında ve bacaklarında sürekli bir huzursuzluk vardır. Hastalar özellikle yatağa yatınca kendilerini çok rahatsız hissederler. Uzun süreli oturmak da aynı belirtilere yol açabilir.

 

Huzursuz bacak sendromunun gerçek sebebi tam olarak bilinmemektedir. Semptomlar tipik olarak geceleri daha çok hissedilir. Bu hastalarda vücudun biyolojik saatinde bir düzensizlik olduğu sanılmaktadır. Çok seyahat eden insanlarda daha sık görülür. Bu hastalığa sebep olabilen bazı hastalıklar vardır.

 

Toplumun hemen hemen %10 kadarında görülür, ancak hastalar şikayetlerini tam olarak ifade edemezler.

 

Fibromiyalji sendromu, miyofasial ağrı sendromları, spastik kolon, depresyon gibi hastalıklarla birlikte sık görülür.

Sebepleri nelerdir ?

  • Genetik faktörler
  • Beyinde dopamin eksikliği
  • Fibromiyalji ve miyofasial ağrı sendromları, depresyon
  • Siyatik sinir nevraljileri ( bel fıtığı ve kireçlenmeler )
  • Nöropatiler
  • Demir eksikliği anemisi
  • Alkol, sigara ve kafein bağımlılığı

Belirti ve bulguları nelerdir ?

Hastalar tipik olarak baldırlarında, bacaklarında, ayaklarında nadiren de kollarında derin, nahoş, bıktırıcı, karıncalanma şeklinde, yanıcı, sızlayıcı, ağrı ve huzursuzluk tarif ederler. Uyuşma ve kas krampları yoktur. Bu nahoş duyuların en önemli özellikleri şunlardır.

 

1. Hareketsizlik esnasında başlar. Yatma, oturma, uçak yada otobüs yolculuğu, sinema ve tiyatro izleme şikayetleri başlatır.

 

2. Hareket etme isteği vardır,

 

3. Akşamları ve geceleri artar.

 

4. Bu hastalar uyku esnasında bacaklarını çok fazla hareket ettirirler. Bazen bu hareketler hastayı uykudan uyandırabilir, veya uykunun kalitesini düşürür. Hasta ile birlikte yatan eşler rahatsız olurlar.

 

Huzursuz bacak sendromlu hastalarda uykusuzluk yaygın bir şikayettir. Bu hastaların bir kısmı geceleri iyi uyuyamadıklarından dolayı gündüzleri yorgun ve uykuludurlar.

Tedavisi nasıldır ?

Varsa altta yatan hastalık tedavi edilmelidir. Antiparkinson ilaçları; pramipexole, pergolide, levodopa-carbidopa kombinasyonu (sinemet)

 

Narkotik ilaçlar; codeine

 

Kas gevşetici ve uyku verici ilaçlar; Benzodiazepinler

 

Epilepsi ilaçları; gabapentin, lamotrigen, clonidine

Huzursuz bacak sendromlu hastalar nelere dikkat etmelidir ?

Bu hastalar düzenli uyku uyumalı, stresten uzak durmalıdırlar. Gerektiğinde ağrı kesici kullanmalıdırlar. Banyolar, kaplıcalar ve masaj şikayetleri azaltır. Alkol ve sigaradan uzak durmalıdırlar. Orta dereceli ve düzenli egzersiz belirtileri azaltır. Kafein tüketimi azaltılmalıdır. En uygun ilacı bulmak bazen zaman alabilir.
More

Yorgunluk ve Öneriler

Mevsim değişikliklerinde sıkça karşılaşılan sorunlardan biri yorgunluktur. Uyku problemleri, psikolojik değişimler yorgunluğun bilinen önemli nedenleri arasında yeralır. Yağmurlu, bol karlı ve uzun bir kış mevsiminin ardından, güneşli günlerin cıvıltısı bizleri daha mutlu insanlar yapmaya yeter gibi görünse de doğa ile birlikte değişen kimyamız vücudumuzu halsiz bırakabilir.

 

Mevsim değişikliklerinde yaşanan bu tip yorgunluklar aslında küçük çabalarla aşılması kolay engellerden ibaret. Ancak mevsimsel değişikliklerden kaynaklı olmayan ciddi tedavi gerektiren yorgunluklar da mevcut. Kişinin şikayetleri doğrultusunda teşhis edilen yorgunluk tipi doğru tedavi yöntemiyle aşılabilir.

 

Yorgunluk genel bir şikayetten ziyade artık günümüzde bir hastalık gibi değerlendirilip, sırf bu nedenle kurulmuş merkezlerde ele alınıyor.

 

Yaz aylarına girdiğimiz şu yağmurlu günlerde sıcaklığın, havadaki rutubet oranının artış göstermesi dolayısıyla üzerimizdeki negatif enerji yükünün de artmasına neden oluyor. Sabahları daha yorgun uyanıyor, daha önceden varolan hastalıklarımızdan kaynaklanan şikayetlerimizin arttığını hissediyor olabiliriz. Büyük şehirlerde yaşayan insanlar, bu yorgunluğu, küçük yerleşim yerlerinde yaşayan insanlara oranla daha yoğun yaşıyorlar. Hava kirliliği, trafik, sanayi kirliliği ve hayat şartlarının daha zorlayıcı olması negatif enerji yükünün etkisini artıran nedenler arasında bulunuyorlar. Ancak her yorgunluğu bahara bağlamakta doğru değildir. Genel olarak yorgunluğu üç başlık altında incelemek mümkündür. Kronik Yorgunluk, Mutsuzluk Yorgunluğu ve Mevsimsel Değişikliğe Bağlı Yorgunluklar. Bu üç tip yorgunluk durumu birbirinden çok farklı nedenlere ve dolayısıyla birbirinden farklı tedavi yöntemlerine sahip olduğu için yorgunluğun nedeninin doğru teşhisi şikayetin tamamen giderilmesinde oldukça önem taşıyor.

 

Etrafımızda sıklıkla yorgunluktan şikayet eden insanlarla karşılaşmak mümkündür. Bazı insanlar eklem ağrıları gibi fiziksel bir halsizlikten bahsederken bazılarının da, psikolojik anlamda, ne yaparsa yapsın dinlenemediği sonucuna ulaşabiliriz. Yorgunlukla ilgili hayıflanmaların sonu gelmiyor ise Kronik Yorgunluk Sendromu vücudu ele geçirmiş demektir.

 

İsteksiz ve mutsuz bir görüntü, ev ve iş hayatımızı olumsuz etkiler. Sürekli uyku hissinin varlığı, dikkatsizlikle birlikte kazaların oluşmasına bile neden olabilir.

 

Ağır depresyon geçirenlerde ya da sosyal fobisi olan insanlarda yorgunlukla ilgili şikayetler oldukça belirgindir. Bahar Yorgunluğu havanın yarattığı negatif etkinin yanısıra kendi ellerimizle yarattığımız daha birçok neden saymak mümkündür.

 

Örneğin yaz aylarına daha fit bir vücutla girmek için yaptığımız beslenme değişiklikleri bizlerin yorgun düşmesine neden olabilen en önemli nedenlerin başında gelir.

 

Vücudumuzun ihtiyacı olan Vitamin ve Minerallerin azalması ve en önemlisi alınan sıvı miktarının kış aylarına oranla artık yetersiz kalması vücut direncinde önemli bir azalma yaratabilir.

 

Fiziksel aktivite yapma isteği de bir nevi yorgunluğu tetikleyen etkenler arasındadır. Tembel bir yaşama alışmış vücudumuz yapılan fiziksel aktiviteler ile hamlayarak kas ağrılarının yanı sıra, incinme ve burkulma gibi kazalar sonucu fiziksel yorgunluğa sebep verebilir.

 

Fiziksel etkenlerin yanısıra metabolik nedenler de yorgunluğa sebep olabilir. Tiroid bezi hastalıkları yada yetersiz çalışmasından kaynaklanan troid hormon eksikliği yorgunluğu oldukça tetikleyen en önemli metabolik nedenlerden biridir. Tiroid bezinin yetersiz kalması sonucu yorgunluğa ek olarak kişide hafıza zayıflığı, uykuya meyilin artması gibi şikayetlere neden olur. Bahar ile birlikte yaşana alerjik reaksiyonlar ve beraberinde getirdiği kaşıntı, gözlerde sulanma, nefes alma problemleri ve içilen antihistamnik haplar kendimizi yorgun hissetmemizde önemli yertutan diğer bir nedendir.

 

Bunun yanısıra kronik hastalığı olan kişilerin örn: kalp hastalığı, Tansiyon, Şeker Hastalığı vb bu dönemlerde kendilerini daha yorgun hissedebilirler. İlaçların düzenli alınması verilen diyetlerin harfiyen uygulanması bu tip yorgunlukları enaza indirmenize yardımcı olacaktır. Bu mevsimler de tüketimi artan alkol ve sigara gibi bağımlılık yapan maddelerden mümkün olduğunca uzak durmak yorgunlukla savaşta önemli bir basamaktır.

 

Bu dönemlerde bol bol taze sıkılmış meyve suyu tüketmek hem su ihtiyacınızı hem de içerdiği vitamin ve mineraller ile direncinizi korumanıza yardımcı olacaktır. Yağlı yemekler yerine sindirimi kolay sebze ve meyve ağırlıklı beslenmeniz sindirim şikayetlerinizi azaltarak uykuya dalmanıza kolaylaştırır. Geceleri ağır yemek yememeye özen göstermek yine gece oluşabilecek mide şikayetlerinizi azaltır. Alkol, sigara ve kahve alışkanlıklarınız varsa mümkün olduğunca azaltmaya çalışın. Kahve yerine rahatlatıcı bitki çaylarını tercih etmeniz hem psikolojiniz hem de metabolizmanızın sağlığı için oldukça iyi gelecektir.

 

İsteksiz tavırlardan uzaklaşıp davet edildiğiniz yerlere gitmeye gayret gösterirseniz baharın yumuşak havası ve arkadaşlarınızla vakit geçirmeniz ruhsal yorgunluğunuzu atmanıza yardımcı olacaktır. Kıyafet seçimlerinizde renkli, bahara uygun ince giysiler tercih etmeye özen göstermeniz pozitif enerjinizin artmasına yardımcı olacaktır.

 

Her zamanki saatinizde yatıp, her zamanki saatinizde uyanmaya çalışırsanız vücudunuzun biyoritmini korumuş olursunuz. Gün içerisinde yapacağınız doğa yürüyüşleri kan dolaşımınızın hızlanmasına ve düzgün nefes alıp vermenize yardımcı olur.
More

Egzersizin Yararları

Egzersiz, 50 yaşından sonra bile yaşama sağlıklı, aktif yıllar ekleyebilir. Yapılan araştırmalar egzersize başlamanın asla geç olmadığını ve dinçlikte küçük bir gelişimin ölüm riskini azalttığını göstermektedir. Basit ve düzenli yürüyüşler yaşlılarda yaşamı uzatabilir. Ilımlı dinçliğe sahip olan bireyler, yüksek tansiyona sahip olsalar ya da sigara içseler bile düşük dinçliğe sahip olanlara göre daha düşük ölüm oranına sahiptirler.

 

Direnç (ağırlık kaldırma) antrenmanları yaşlı bireyler için önemlidir, çünkü bu çalışma azalan kas kitlesini, kemik yoğunluğunu ve kuvveti geri dönüştüren ve kötüye gidişatı azaltan tek yoldur.

 

Esneklik egzersizleri yaşlılığın getirdiği bozulmuş dengesizliği ve kas katılığını azaltır.

 

1.Hareket sistemi üzerine: Sporun sağlığa yararlı olduğu tartışılmaz bir gerçektir, fakat sportif bir aktiviteye başlamak için gerekli olan temel bilgiler genelde yetersizdir. Yani, yaşınıza ve fizik kondisyon düzeyinize uygun spor türünü seçmek önemlidir. Hareket sistemi üzerine sportif aktivitenin çok büyük yararları açıktır. Kas düzeyinde, çalışan kasların tonusunda ve kuvvetinde artış görülür.

 

  • sportif aktivite eklemlerin doğal genişlik derecesinin korunmasına ve gelişmesine imkan sağlar, ankiloza (eklemlerin katılaşması) karşı mücadele eder.
  • beslenmeyi ve kıkırdakların devinme yeteneklerini kolaylaştırarak eklemlerin en iyi şekilde korunmasını ve bakımını sağlar,
  • kemik düzeyinde; kalsiyum tutulmasını kolaylaştırır, yaşlı insanlarda sıklıkla görülen osteoporoz hastalığına karşı mükemmel bir korunma aracıdır.
  • kas tonusunun iyileşmesi sayesinde; sportif aktivite kalça, dizler ve özellikle omurga düzeyindeki ağrıların önlenmesine imkan sağlar,
  • bel ağrılarına karşı en iyi ilaçtır fakat, şayet omurganızın durumuna salık verilmeyen sporları ya da kötü jimnastik hareketleri yaparsanız, zararlı da olabilir,
2.Kalp-damar sistemi üzerine: Salık verilmeyenler hariç, düzenli antrenmanlar kalp-damar sisteminin işlevi üzerine yararlı etkilere sahiptir; kas yapıda olan kalp, kasılma kapasitesini yükseltir ve büyük bir etkinlik gücüne ulaşır, böylece kan organizmanın dokularına en iyi bir şekilde dağılım gösterir. Diğer taraftan fizik aktivite iki önemli kalp-damar hastalıkları risk faktörüne karşı etkili biçimde mücadele eder; arteriyel hipertansiyonu düşürür, ateroskleroza karşı en iyi ilaçtır; dolaşımı iyileştirir ve sporcunun beslenmesine dikkatini zorunlu kılar; böylece, damar sistemi üzerine zararlı etkileri çok iyi bilinen, alkol ve sigara gibi toksik etkileri olan maddelerden uzak durulur.

 

Özetle;

 

  • kalbin çalışma sistemini düzenler, efektif ve ekonomik çalıştırır,
  • periferik damar direnci azalacağından kalp üzerindeki yük kalkar,
  • hipertansiyon düzelir,
  • dolaşım hızlanır, bundan dolayı metabolik artıkların atılımı kalaylaşır,
  • pulmoner oksijenasyon yeteneği artar
3.Dış görünüm: Spor, bedeni geliştirir ve belli bir görünüş sağlar, fakat zayıflatmaz. Terleme ile kilo kaybı düşünülmemelidir, ter ile kaybedilen su daha sonra geri alınır. Fizik aktivite sellülite karşı etkili mücadele yöntemidir, kasları uyumlu hale getirir, aşırı kilo alımına yol açmaz (eğer body-building ile uğraşmıyorsanız).

 

4.Psikolojik yararlar: Bu etkiler uygulanan spor türüne bağlıdır ki bunlar en az fizik etkiler kadar önemlidir. Spor;

 

  • kendine güveni uyandırır, hırsı artırır,
  • heyecanı ve stresi azaltır,
  • bedenin bilincine varılır, seksüel yaşamın düzenine katkı sağlar,
  • beynin daha iyi oksijenlenmesi sayesinde, zekasal etkinliği yükseltir,
  • gurup düşüncesi, bireyler arasında ilişkiler, karşılıklı olarak saygı kavramı gelişir,
  • zevk alma duyusu gelişir; bu beyinden salgılanan hormonlar ile olur; endorfinler; aile ve mesleki kaygılardan kurtulmaya imkan sağlar.

Aerobik Egzersizin Yararları

Diğer yararları yanında, en önemli yararları kalp-damar sistemi üzerinedir;

 

  • durağan bir yaşam sürenler, hareketli bir yaşam sürenlere göre 6 kez daha fazla kardiyak riske sahiptirler,
  • metabolizmayı düzenler, dayanıklılığı inşa eder ve kalbin fonksiyonlarını güçlendirir,
  • ılımlı ve düzenli egzersiz uygulamaları bağışıklık sistemini güçlendirir,
  • kan “kötü” kolesterol düzeyi azalır, “iyi” kolesterol düzeyi artar,
  • vücut yağı kontrol edilir (kuvvet antrenmanı ile birlikte aerobik egzersiz ve özel diyet vücut yağını azaltır),
  • vücudun direnci yorgunluğa ve fazla enerji gerektiren işlere karşı artar,
  • kan basınçlarını azaltır ve iyi bir uyku düzeni sağlanır,
  • vücudun genel direnci artar, stres ile mücadelede en iyi çaredir
  • yüksek bir ejosyonel denge ve pozitif görüş açısı oluşur.

Anaerobik (Direnç) Egzersizin Yararları

  • kas formunu ve kas kuvvetini artırır, tendon ve bağları güçlendirir
  • kemik mineral yoğunluğunu artırır
  • yağsız vücut kitlesinde artış sağlar

Esnekliğin Yararları

  • beceri ve koordinasyonu mükemmelleştirir,
  • kas yaralanmalarını önler,
  • vücudun toparlanmasına yardımcı olur,
  • dengeyi. postürü düzenler,
  • vücudumuzu çevik ve yumuşak hissetmemizi sağlar
Uzun süreli çalışmalar sonucunda, her 10 yılda, bireyin genel form düzeyi %8-9 oranında azalmakta olduğu gözlenmiştir. Aktif insanlarda bu oran %4 civarındadır. Antrenmanlı bireylerde düşüş oranı %2’dir (veya daha az). Fazla kilo ve beden yağlarından sakınıldığında, dinçlikte azalma minimize olur. Dr. Paul Davis dinçlikteki azalmada en önemli faktörün vücuttaki yağ oranının yükselmesi olduğunu belirtir.

 

Kalp-damar sisteminin antrenmanı, maksimal kardiyak frekansın %60-85 arası, aerobik ortamdaki koşular ile sağlanır, kuvvet antrenmanları ya da diğer anaerobik ortamdaki antrenmanların sisteme katkıları çok azdır ya da yoktur.
More

Nöropatik Ağrı

Nöropatik ağrı, periferik veya santral sinir sisteminin bir kısmının zedelenmesi, fonksiyonun bozulması veya uyarılabilirliğinin değişmesi ile ilgili bir ağrıdır. Nöropatik ağrı hasardan veya oluşan hasarın şiddetinden bağımsız olarak devam edebilir ve hatta haftalar, aylar, yıllar içinde şiddetlenebilir. Bu durum nosiseptif ağrıdan çok farklıdır çünkü nosiseptif ağrı uyaran ortadan kalktıktan sonra hızla düzelir.

Giriş

Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı (International Association for the Study of Pain/ IASP) 1994 yılında terminolojideki karışıklıkları önlemek amacıyla yeni bir tanımlama yapmıştır. Buna göre; Nöropatik ağrı, periferik veya santral sinir sisteminin bir kısmının zedelenmesi, fonksiyonun bozulması veya uyarılabilirliğinin değişmesi ile ilgili bir ağrıdır. Nöropatik ağrı hasardan veya oluşan hasarın şiddetinden bağımsız olarak devam edebilir ve hatta haftalar, aylar, yıllar içinde şiddetlenebilir. Bu durum nosiseptif ağrıdan çok farklıdır çünkü nosiseptif ağrı uyaran ortadan kalktıktan sonra hızla düzelir.

 

Nöropatik ağrı nedenlerini, santral ve periferik nedenler olarak ikiye ayırmak mümkündür.

Periferik nöropati nedenleri

1. Travma/cerrahi/basınca sekonder hasar

 

2. Metabolik bozukluklar

 

3. Enfeksiyonlar

 

4. Kansere bağlı

 

5. Toksin/ilaç/alkole sekonder

 

6. Vasküler hastalıklar

 

7. Beslenme yetersizlikleri

Santral nöropatik ağrılar

1. Strok

 

2. Spinal kord lezyonları

 

3. Multipl skleroz

 

4. Tümörler

 

Genellikle bu grup ağrı sendromlarının en sık görülenleri diabetik nöropati, postherpetik nevralji ve CRPS olarak sıralanabilir. Nöropatik ağrı genellikle yanma, iğnelenme şeklinde olan ve hastalar tarafından rahatsız edici garip bir his olarak tarif edilir.

 

Nöropatik ağrı tanı ve tedavisi son yıllarda gerek klinisyenlerin, gerekse araştırmacıların en çok üzerinde durduğu ağrı sendromlarından birisi olmuştur. Bunun nedenleri:

 

a. Sinir sistemi zedelenmeleri sonrasında ortaya çıkan ağrı sendromlarının farkına varılması,

 

b. Nöropatik ağrılı hastaların tedavisinde yeterli başarı oranlarına ulaşılamamış olması,

 

c. Nöropatik ağrı mekanizmalarının, olası tedavi modalitelerinin çalışılabildiği ve araştırılabildiği hayvan modellerinin geliştirilmesi olarak sıralanabilir.

 

Nöropatik ağrıda somatosensoriyal sistemin anormal uyarılması söz konusu olduğu için ağrı spontan olarak ortaya çıkar. Buna ağrı eşiğinde düşme eşlik eder. Dolayısıyla da normalde ağrısız olan bir uyaran ağrı oluşturabilir (allodini). Uyarana karşı oluşan duyarlılık artışının hem süresi hem de amplitüdü abartılı boyutlara ulaşabilir (hiperaljezi). Nöropatik ağrı sendromları arasında en önemli grubu oluşturan diabetik nöropati periferik nöropatiler arasında tanı açısından daha kolay ancak tedavi açısından oldukça zor bir grubu oluşturmaktadır. Kesin olarak bilinmemekle birlikte diabetik nöropatinin genel olarak diabetli hastaların %50’sinde görüldüğü kabul edilmektedir. Diabette nöropati mekanizmaları ile ilgili çok çeşitli görüşler ileri sürülmesine karşın, diğer nöropatik ağrı sendromlarında olduğu gibi mekanizma kesin olarak açıklanamamaktadır. Yüksek seyreden kan şekerinin periferde fruktoz ve sorbitol artışına neden olduğu ve bu maddelerin periferik sinir hasarına yol açtığı ileri sürülmektedir. Ancak klinikte rastlanan nöropatik bulguların tümünü bu yolla açıklamak mümkün değildir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda bu hastalarda otoimmün mekanizmaların da rol aldığını göstermekte ve sinir hasarına antinöral otoantibadilerin neden olduğu öne sürülmektedir. Aynı çalışmalarda mikrovasküler mekanizmaların da etkisi, endonöral ve epinöral vasküler değişikliklerin oluşturduğu iskeminin sinir hasarına neden olduğu belirtilmektedir. Büyüme hormonu ve glikoprotein laminin gibi endokrin faktörlerin de mekanizmada rol oynadığı düşünülmektedir. Bu hasta grubunda oluşan sinir hasarının hastalıkla birlikte süreklilik göstermesi ve farklı mekanizmaların klinik tabloda rol alması, tedavide yaşanan zorlukları da açıklamaktadır.

 

Diabetik nöropati farklı klinik tablolar şeklinde karşımıza çıkabilmekte ve fokal nöropatiler, trunkal nöropatiler yada mikst simetrik distal nöropatiler şeklinde görülebilmektedir. Özellikle mononöropatinin diğer nöropatik ağrı sendromlarından ayırıcı tanısı zorluk göstermektedir. Farklı klinik tablolar arasında en sık görüleni mikst simetrik distal nöropatiler olup hastanın diabet varlığı biliniyorsa tanı açısından en kolay olanıdır. Klinik tablonun ağırlığı hastadan hastaya çok farklılık göstermekle birlikte bu grup hastalarda başlangıçta uygulanan koruyucu tedavi yöntemlerinin nöropatinin şiddetini azalttığı bilinmektedir.

 

Kronik nöropatik ağrı sendromları arasında en karmaşık olanı kuşkusuz Kompleks Rejyonel Ağrı Sendromlarıdır (CRPS). Klinik olarak iki grupta incelenen CRPS (I ve II) bir çok araştırma ve klinik yaklaşım olmasına rağmen patofizyolojisi, hastalığın seyri ve tedavisi ile ilgili birçok bilinmeyen bulunan ağrı sendromlarının başında gelmektedir. Nöropatik ağrısı ya da CRPS olan hastalarda semptomlar çok çeşitlilik göstermektedir. Hastalarda tarif edilen semptomlardan en sık rastlanan spontan yanma ve iğnelenme tarzında ağrıdır. Hastaların %69’unda ise hafif mekanik uyaranlarla (Elbisenin etkilenen bölge ile teması gibi) o bölgede hiperaljezi /allodini tespit edilebilmektedir. Hastalar ayrıca çevre ısı değişikliklerine ileri derecede hassastırlar. Klinik olarak CRPS Tip II ‘de (Kozalji; Major sinir zedelenmesiyle ilişkili olan CRPS) hastaların çoğunda semptomlar nöropatiye benzer (Elektriklenme hissi, keskin ve batıcı nitelikte ağrı). Bu gruptaki hastalarda ayrıca zedelenmiş sinirin innerve ettiği bölgede allodini (Ağrılı olmayan uyarıya ağrı yanıtı) ile birlikte hipoestezi de gözlenebilir. Vazomotor otonom bozukluğuna bağlı etkilenen ekstremitede renk ve ısı değişiklikleri saptanabilir. Bu hasta grubunda cilt terlemesindeki asimetri gibi sudomotor değişiklikler de olabilir. CRPS’li hasta grubunda ciltte, tırnaklarda ve kıllanmada trofik değişiklikler saptanabilir. Hastaların bir çoğu etkilenen ekstremitenin hastalığının belli bir döneminde ödemlendiğini, hareket kısıtlılığı olduğunu, belirtmekte, ekstremitede zayıflık, kuvvet kaybı da görülebilmektedir.

Nöropatik ağrıda tanı

Nöropatik ağrı tanısında kullanılan parametreleri subjektif ve objektif olarak ayırabiliriz. Subjektif değerlendirmede en önemli faktörler ağrı tipi ve şiddetinin belirlenmesidir. Bu değerlendirmede birçok farklı ağrı skalası önerilmekle beraber, hangi skala kullanılırsa kullanılsın detaylı ve doğru bir anamnezin tanıda çok önemli olduğu unutulmamalıdır.

 

Fizik muayenede motor sistem değerlendirmesinin yanı sıra sensoryal sistem ve otonom sinir sistemi muayenesi yapılmalıdır. Sensoryal değerlendirmenin en önemli bölümünü oluşturan duyu muayenesinde ağrının yanı sıra, dokunma, basınç, pozisyon, vibrasyon duyuları da değerlendirilmelidir.

 

Teşhisin Desteklenmesinde Kullanılan
Objektif Testler

Klasik testler

1- Pinprik ve dokunma testleri: Çok nonspesifik olmasına karşın nöropatik ağrı sendromlarında ilk kullanılan testlerdir. Hiperaljezi ve allodininin varlığını göstermek açısından önemli olmakla birlikte hasta ile kesin kooperasyon ve hasta eğitimi gerektiği için doğruluk oranları düşüktür. Bu amaçla geliştirilmiş filamanlar olduğu gibi bazı klinisyenler, pamuk, fırça, iğne gibi daha basit materyaller de kullanmaktadırlar. Testi uygulayan kadar kullanılan ekipmanın da önem taşıdığı bu testler tek başlarına çok anlamlı sonuçlar vermese de diğer objektif testlerle birlikte kullanılabilirler.

 

2- Radyolojik testler: Radyografik olarak kemik demineralizasyon CRPS teşhisinde spesifik bir bulgu değildir. Hastalarda ekstremitenin kullanılmamasına bağlı da demineralizasyon olabilmektedir.

 

3- Kemik Sintigrafisi: Kemik sintigrafisinin teşhiste yardımcı bir yöntem olabildiğine yönelik yapılan çalışmalarda çelişkili bulgular vardır.

 

4- Isı Ölçümü: Cilt kan akımını yansıtması nedeni ile, termometre, tele termometre, termografi yöntemleri ile ölçülür. Ölçümün anlamlı kabul edilmesi için normal cilt ısı değeri ile 1.5 0C’lik ölçüm farkının olması gerekmektedir. Termografik görüntüleme otonom fonksiyonların değerlendirilmesinde kullanışlı bir testtir. Bu değerlendirme için ortam ısısının 22 C de stabil olması gerekmektedir. Soğuk stress testine cevabın olmaması veya tekrar ısınmanın gecikmesi klinik teşhisinde anlamlı olabilir.

 

5- Periferal Kan Akımı: Lazer Dopler Flovmetre ile ölçülen kan akımı, sempatik fonksiyon bozukluğunda erken teşhis sağlamaktadır. Bu yöntem periferik nöropti yada CRPS teşhisinde yardımcı olabilir.

 

6- Kantitatif Terleme Testi (Quantitative Sudomotor Axon Reflex Test): Bu test dinleme halinde ve uyarılmış terleme cevaplarındaki bozuklukları araştırmaktadır. Meydana gelen değişiklikler periferal otonom fonksiyonlardaki patolojik değişiklikleri yansıttığını düşündürebilir.

 

7- Kantitatif Duyusal Testler (Quantitative Sensory Testing): Vibrasyon, ısı ve soğuk duyularının iletilmesini sağlayan küçük sinir liflerinin fonksiyonlarını test etmektedir. Spesifik olmamak ile birlikte ayırıcı tanıda destekleyici olabilir.

 

8- Elektromyografi-Sinir İleti Hızı Testi: Büyük sinir liflerinin zedelenmesinde fikir verebilir. Fakat tedavide veya prognozda bir etkisi bulunmamaktadır.

Modern testler

1- Mikronörografi: Sinir fonksiyonlarının en detaylı biçimde incelenebildiği bir test olması nedeniyle nöropatik ağrı sendromlarının tanısında en objektif yöntemlerden birisidir. Periferik sinirlere mikroelektrodların yerleştirilmesi ve spesifik sinir liflerine ait kayıtların alınması prensibine dayanmaktadır. Özellikle periferik nöropatide C liflerinin fonksiyonlarının belirlenmesi açısından spesifik bir test olarak kabul edilmektedir. Gerek hayvan gerekse insan çalışmalarında sıklıkla kullanılmakla birlikte klinik kullanımı hastanın kooperasyonunun şart olması ve deneyimli kişilerce yapılabilmesi nedeniyle henüz oldukça kısıtlıdır.

 

2- Laser ile uyarılmış potansiyeller (Laser evoked potentials): İnfrared CO2 ve ısı ile uyarılmış potansiyellerin kullanıldığı bu yöntem sensoryal sistemin değerlendirilmesinde çok değerli sonuçlar vermekle birlikte özellikle kullanılan sistemlerin pahalı oluşu önemli dezavantaj oluşturmaktadır.

 

3- Sensoryal sinirlerin ileti eşiği (Sensory nerve conduction threshold): Transkutanöz spesifik elektrodlarla yapılan bu test son yıllarda popülarite kazanmış olup nöroselektif elektriksel stimuluslara alınan yanıtların değerlendirilmesi prensibine dayanır. Ancak cilt kalınlığı, ödem ya da cilt ısısı gibi etkenler sonuçlara etki etmektedir. Non-invaziv ve multimodal oluşu klinik kullanımını önümüzdeki yıllarda arttıracak olan bu yöntem şimdilik genellikle klinik çalışmalarda kullanılmaktadır.

 

4- Deri punch biyopsi: Özel boyama işlemleriyle, miyelinsiz ve ince miyelinli periferik sinir liflerinin tetkikinde kullanılmaktadır.

Tedavi

Nöropatik ağrı sendromlarında daha başarılı bir tedavinin ilk şartı değerlendirme ve tanının erken yapılmasıdır. Erken yapılmış bir sınıflama ve doğru yapılmış bir sensoryal değerlendirme tedavide çok önemli rol oynamaktadır.

 

Aynı hastalığı olanları benzer şekilde tedavi etmek, tek bir hastalıkta semptomların ortaya çıkışında birden fazla mekanizma olabileceğini akılda tutmak, hastalık seyri sırasında değişik mekanizmaların dönemsel olarak baskın karakter kazanabileceğini unutmamak ve değişik hastalıkların aynı semptomları yapabileceğini akılda tutmak gerekmektedir.

 

Nöropatik ağrısı olan hastalarda tedavinin hedefi spesifik belirti ve semptomlara karşı olmalıdır. Tedavi yaklaşımı ağrının hafifletilmesi ve yaşam kalitesinin yükseltilmesidir.

 

Nöropatik ağrının tedavisinde kullanılan ilaçlar:

 

  • Trisiklik antidepresanlar
  • Antikonvülzanlar
  • Antiaritmikler
  • Opiyatlar
  • Oral ve topikal lokal anestezikler
  • Ketamin
Kapsaisin krem olarak sınıflandırılabilir.

 

Genel olarak trisiklik antidepresanlar ve özellikle de Amitriptilin ilk seçilen ajan olmakta, bu ilaca yanıt alınamadığı durumlarda antikonvülsanlar kullanılmaktadır.

 

Antidepresanların serotonerjik ve noradrenerjik mekanizmalar üzerinden etki ettiğinin ortaya konmasından sonra, SSRI grubu antidepresanların nöropatik ağrıda etkin olabileceği düşünülmüş, ancak yeterli sayıda kontrollü çalışma bulunmamasına rağmen, bu ajanların amitriptilin kadar etkin olmadığı görülmüştür. Gerek antidepresanların, gerekse antikonvülsanların yan etkileri uzun süreli kullanımlarında ciddi sorunlara neden olmaktadır. Ayrıca her hastada benzer etkinlikleri görülmediği gibi, aynı hastanın tedaviye yanıtı da tedavi süresince çok değişkenlik göstermektedir. Bu ilaçların kullanım süreleri ve dozları konusunda da bir fikir birliği bulunmamaktadır.

 

Opioidlerin nöropatik ağrıda kullanımları ile ilgili tartışmalar sürmektedir. Bazı klinisyenler nöropatik ağrının opioidlere dirençli ağrılar olduğunu iddia ederken, diğer bir grup etkili olduklarını ancak doz ayarlamasının doğru yapılması ve gerekirse yüksek dozlara çıkılması gerektiğini bildirmektedirler. Opioid ajanlar içerisinde şüphesiz en etkili olanı zayıf bir sentetik ajan olan Tramadol Hidroklorid olup serotonerjik mekanizmalar üzerinden etki gösterdiğinin ortaya konmasından sonra yapılan çalışmalarda başarılı sonuçlar bildirilmiştir.

 

Oral ya da topikal lokal anestezikler daha az sıklıkla kullanılmakta ve etkili oldukları gösterilen az sayıda çalışma bulunmaktadır. Deneysel çalışmalarda kullanılan kapsaisin kremin çok düşük konsantrasyonda desensitizasyon yaptığının ortaya konmasından sonra, özellikle zona zoster ve postherpetik nevralji vakalarında etkinliğinin gösterildiği çeşitli çalışmalar yayınlanmıştır. Ancak yaygın klinik kullanımından söz edilemez. Ketamin de aynı şekilde nöropatik ağrıda önemli bir alternatif olarak görülmüş ve yapılan çalışmalarda başarılı sonuçlar alınmıştır. Ancak gerek yan etki profili, gerekse uzun süreli kullanımının zorluğu klinik kullanımını kısıtlamakta, oral formunun bulunmaması da önemli bir sorun oluşturmaktadır. Tüm olumsuzluklara rağmen gerek deneysel gerekse klinik çalışmalarda sıklıkla kullanılmaktadır.

 

Son yıllarda nöropatik ağrı tedavisinde önemli bir seçenek te Gabapentin olmuş ve başlangıçta düşünüldüğü gibi GABA üzerinden etki etmediği ortaya konduğu halde, bilinmeyen bir mekanizma ile nöropatik ağrıda etkili olmaktadır. Gabapentinin, gerek terapötik aralığının çok geniş olması, gerekse yan etkilerinin diğer ajanlara göre azlığı, klinik kullanımını arttırmaktadır. Proteinlere bağlanmaması, metabolize edilmemesi, karaciğer enzimlerini indüklememesi ve inhibe etmemesi nedeniyle diğer ilaçlarla etkileşime girmemesi de kullanımını arttırmıştır.

 

Nöropatik ağrı tedavisinde farklı semptomlara göre farklı ajanları önerilmektedir. Devamlı yanma ağrısında Amitriptilin, zonklama ve keskin ağrıda Karbamazepin ve Fenitoin, daha az sıklıkla Valproat ve Tokainid, parestezi/dizestezi ön planda ise Fenitoin ve Meksiletin, allodininide ise Gabapentin, Amitriptilin ve Ketamin önerilen çeşitli çalışmalar mevcuttur. Nöropatik ağrı sendromlarının bazılarında medikal tedavinin yeterli olmadığı durumlarda sempatik bloklar ve çeşitli nöromodülasyon yöntemleri kullanılmaktadır. Hasta seçim kriterlerinin çok önem kazandığı bu tedavi yöntemlerinin uygulanması, özellikle mekanizmada sempatik sinir sistemi ve nöropatik ağrı ilişkisinin ortaya konamaması nedeniyle hala tartışılmaktadır. Bu tedavileri uygulamadan önce mutlaka prognostik girişim yapılarak hastanın tedaviden yararlanıp yararlanmayacağının ortaya konması gerekmektedir.

 

Son yıllarda giderek artan çalışmaların ışığında, nöropatik ağrı mekanizmasında sağlanan ilerlemeler, önümüzdeki yıllarda tedavi modaliteleri arasında belki de en tartışmalı grup olan nöropatik ağrıların tedavisinde spesifik ajan ya da yöntemlerin bulunmasını sağlayacaktır.
More

Egzersizin Zararları

Sıklıkla, sporun sağlığı bozan bir çok faktörün kaynağı olduğu unutulur. Sporun yararlarını bir tarafa koyarak, “hasta olmak istiyorsanız spor yapın” da diyebiliriz. Aşırı egzersizde üst solunum yolu enfeksiyonları artar, vücudun bağışıklık sistemi fonksiyonlarını baskılar.

 

Yılda milyona yakın ölümün spordan kaynaklandığı tahmin edilir. Ölümler yalnızca, otomobil yarışçıları ya da alpinistler gibi üst düzey sporcuların şaşırtıcı kazalarından kaynaklanmaz. Ölümlerin çoğu yetersiz hazırlanma yanlışlıklarından da kaynaklanır; güneş altında tenis oynamak, çok yoğun bir koşu sonrası ya da yüzerek gereğinden fazla kuvvetine güvenerek plajdan çok uzaklara açılma sonrası kramp girmesi nedeniyle boğulmaların görülmesi

 

Spora başlarken mutlaka çok dikkatli olunmalı ve hekimin öğütleri göz önüne alınmalıdır. Kırk yaşından sonra, sağlıklı olsanız bile, özellikle kardiyak yıkımlardan sakınmak için düzenli olarak hekim kontrolünden geçmek gerekir. Spora bağlı kazalar ve sonuçlarını 4 guruba ayırabiliriz; kalp-damar bozuklukları, travmatik sorunlar, hareket sisteminde aşırı işlevsel sorunlar ve dopinge bağlı sorunlar.

 

1.Hareket sistemi üzerine: Hareket sisteminde görülen rahatsızlıklar çok fazladır fakat ağır bir sorun değildirler. Ancak, bilinçsiz uygulamaların kalıcı hasarlara neden olduğu unutulmamadır. Önem derecesine göre sıralayacak olursak;

 

Kas tutuklukları; bu sorunlar, aşırı bir çalışma sonrası kaslarda biriken aşırı toksinlerin, özellikle laktik asitin birikmesinden kaynaklanır. Bu olay çalışmadan 24 saat sonra başlar ve 2-3 gün kadar sürebilir. Bu durum da çok su içmeli ve kaslara yumuşatıcı pomatlar sürülmelidir. Sauna ya da sıcak bir banyo iyi bir etki sağlayabilir.

 

Kasılma; istemsiz kas kasılmalarıdır, refleks bir reaksiyondan, aşırı uzamadan ya da eklem travmasından kaynaklanırlar. Olayın durumuna göre kas üzerine buz ya da tersine, sıcak banyo ve masaj uygulanır.

 

Uzama; kas liflerinin gerilmesine neden olan, kasın elastikiyet sınırının aşılmasıdır. Bu durumda zorunlu olarak tüm masajlardan kaçınmak ve liflerin toparlanması için 10 gün beklemek gerekir.

 

Lif kopması; belirli sayıda kas liflerinin yırtılmasından kaynaklanır ve beraberinde kas düzeyinde bir iç kanama görülür. Masaj sakıncalıdır, iyileşme en az bir ay sürer.

 

Kas Yırtılması; kasın yırtılması çok ağır bir tablo oluşturur. Cerrahi bir girişim gerektirir.

 

Tendinit; sporcularda sıklıkla görülür. Genellikle aşil tendonunda, pubisde, diz kapağında, uyluk addüktörlerinde ve dirsekte odaklanırlar (tenisçi dirseği). Tendinitler bazen tüm sportif aktivitelerin bir süre kesilmesini zorunlu kılar.

 

2.Kalp-damar sistemi üzerine: Kalbin, saygı gösterilmesi gereken sınırlarının bilinmesi gerekir. Bu tür riskler özellikle; uzun süreden beri spor yapmayan, hiçbir ön hazırlığı olmayan, akşam karar verip sabah başlayan, kırk yaş üzeri yetişkinlerde ortaya çıkmaktadır. Egzersiz esnasında ve sonrasında ani kardiyak ölümlerin olduğu unutulmamalıdır.

 

Çok anlamlı bir örnek squaç’tır ve görünmediği kadar çok şiddetli bir spordur. Tenis ve koşu da, özellikle güneş altında uygulandıkları zaman bazen tehlikeli sporlar olarak ortaya çıkarlar.

 

Sigara içmek ya da önemli bir fizik aktiviteden sonra saunaya girmek gibi yanlışlardan da kaçınmak gerekir.

 

3.Doping: Yıllardan beri doping sorunu kaygı verici boyutlara ulaşmıştır, 1988’ de Seul Olimpiyatlarında Ben Johnson’un altın madalyasının geri aalındığı hatıralardadır. Doping olarak kullanılan ürünlerin listesi hayli kabarıktır, özellikle yapay olarak performansta iyileşme sağlayan anabolizanlar ön sırayı almaktadır. Bunlar çoğunlukla vitaminler gibi psikolojik etkiye sahiptirler. Üstelik, düşüncesizce bu riski göze alan sporcuların yaşam ve sağlıkları için gerçek bir tehlike oluştururlar.

 

Anabolizanlar; bunlar hormonlardır, erkek testosteronu olarak takdim edilirler. Yoğun bir antrenmanı uygulamak koşuluyla önemli ölçüde kas kitlesini artırırlar. Kaslarda kitle artışı görülse bile tendonların üzerine hiçbir etkileri yoktur, kasın kasılma kuvveti tarafından kopmalar olabilir.

 

Anabolizanlar bazen tehlikeli tendon kopuklarına yol açmaktadırlar. Bunun yanında, kadınlarda geri dönüşümü olmayan erkekleşme, seksüel yaşam bozuklukları, bazen kanser (özellikle prostat kanseri) gibi çok ağır tabloların kökenini oluştururlar.

 

Amfetaminler; en çok bilinen ürünlerdir, uyarıcı ilaçlardır. Açlık duygusunu, özellikle yorgunluk hissini yatıştırırlar. Yarışma esnasında öfori sağlarlar ve sporcu kendisini yenilmez hisseder. Fakat, uzun sürede önemli psikolojik bozukluklara yol açarlar, özellikle kişi sürekli olarak hallisünasyonlar ile karşı karşıya kalır.

 

Kortikoidler; strese karşı mücadeleye ve çabuk toparlanmaya imkan sağlarlar. Fakat, hormonal sistemi tamamen bozarlar, kas ve tendon düzeyinde ağır yaralanmalara yol açarlar, bazen diyabete neden olurlar ya da kullanımlarından uzun yılar sonra osteoporoza yol açarlar.
Kardiyak uyarıcılar; uzun zamandır, yarışma öncesi eritrosit enjeksiyonu, özellikle dayanıklılık sporlarında destekleyici rol oynadığı sanıldı. Oysa, bu doping tamamen etkisizdir ve günümüzde terk edilmiştir. Kardiyak tonik olarak bilinen ünlü efedrin bir çok öksürük şurubu ve burun damlası gibi ilaçlarda bulunur. Kafeinin aşırı tüketimi yasaktır, fakat yinede kontrole yakalanmamak için 6-8 fincan içilebilir.
More

Reflex Sempatik Distrofi Sendromu

KBAS kol yada bacağa gelen bir travma sonucu el ve ayak gibi bölgelerde şiddetli yanıcı ağrı olmasıdır. Ağrı o kadar şiddetlidir ki hasta etkilenmiş ekstremitesini bir yere dokundurmaktan bile çekinebilir. Cerrahi müdaheleler, kalp krizi, inme ve bazı hastalıklar da KBAS a sebep olabilir.

 

KBAS’ da ağrı çok şiddetlidir ve ağrıya sebep olan travmatik olay çoğu zaman iyileşmiştir. Etkilenmiş ekstremite şiştir deri kuru ve incelmiştir.

 

En küçük ısı değişiklikleri ve küçük dokunmalar şiddetli ağrıya yol açar. Hastalığın ileri dönemlerinde parmak eklemlerinde tutukluk olur.

Nasıl teşhis edilir?

Hastanın görünümü ve şiddetli ağrı kolayca teşhis koydurucudur. Röntgen filmlerinde lokalize bir osteoporoz ( kemik erimesi) görülür.

KBAS de tedavi nasıldır?

KBAS de en önemli faktör tedaviye olabildiğince erken başlamaktır.

 

Kas gevşeticiler, antiromatizmal ilaçlar, kortikosteroidler, antidepresan ilaçlar, analjezikler, kalsitonin ve lökotrien inhibitörleri…. birlikte veya tek tek en sık kullanılan ilaçlardır.

 

Egzersizle kombine edilen fizik tedavi uygulamaları ilaç tedavisine ilave edilmelidir. Erken dönemlerde sempatik blokaj hastalığı tedavi edebilir ancak hipertansiyon açısından dikkatli olunmalıdır.
More

Fazla Kilolardan Kurtulma

Fazla kilolardan hemen kurtulmayı sağlayacak mucize bir yöntem bulunmuyor.

 

Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatoş Özcan, yaz mevsiminde sağlıklı ve ince kalmanız için gerekli sağlıklı beslenme yollarını anlattı.

 

İncecik silüetleriyle moda dergilerini süsleyen birbirinden güzel top modeller dışında kilolarından memnun insana rastlamak pek mümkün değil. Eğer siz de ne yerse yesin kilo almayan bir fiziğe sahipseniz mutlu bir azınlığın üyesi olduğunuz için şanslısınız.

 

Bilim adamlarına göre bu azınlık dünya nüfusunun üçte birini oluşturuyor. Nüfusun üçte ikisi ise az veya çok kiloyla ilgili sorunlarla uğraşıyor.Yaz mevsimine girdiğimiz bugünlerde fazla kilolarımız daha da büyük bir problem olarak aynalardan yansıyor. Sorunun çözümü de sağlıklı beslenme ilkelerine özen göstermede yatıyor.

Beslenme;

Canlıların gereksinim duydukları enerji ve besin öğelerini karşılamak için besin maddelerinin dışardan alınması, emilmesi, kullanılması, depo edilmesi ve dışarı atılması evrelerini içeriyor.

 

Uzman Fatoş Özcan’a (*) göre halk arasında rejim ya da perhiz olarak da bilinen diyet ise bazı gıdaların sınırlanması veya tamamen kaldırılması anlamında kullanılıyor.

 

Uzman Fatoş Özcan, “Diyet; şişman kişilerin zayıflamak istediklerinde aç kalmak, yağsız sebze veya tek tip besin tüketmek kaçamağı, veya yüksek kalorili gıdası olmayan menülere dönüştürülmüş durumda. Yaz yaklaşırken herkesin bir telaş zayıflamaya çalışması, ani kilo kaybı istekleri sağlıklı beslenmeyle çatışıyor. Çünkü kişiler yeterli ve dengeli beslenemedikleri zaman ya aşırı kilo alır ya da zayıflarlar” diyor.

İdeal bir diyet nasıl olmalı?

İdeal bir diyette günlük total enerjinin yüzde 20-30’u yağdan, yüzde 15’i proteinden, yüzde 55-60’ı da karbonhidrattan gelecek şekilde ayarlama yapılması gerekiyor. Diyetin ev halkı tarafından kabullenilmesi uyum ve uygulanabilirlik açısından önem taşıyor.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatoş Özcan, ideal diyeti şöyle tanımlıyor:

Kişinin yaş, cins, beslenme alışkanlıkları, tıbbi özgeçmişi, fiziksel aktivitesi değerlendirildikten sonra saptanan günlük enerjinin 600-1000 kalori eksiği ideal zayıflama diyetleri için öngörülür.

 

Kilo vermede kadınlarla erkekler arasında elbetteki fark vardır. Bu fark erkeklerin lehinedir. Erkeklerin hem bazal metabolizma hızları daha yüksektir hem de vücut yağ oranları kadınlardan daha azdır. Dolayısıyla daha çok yiyerek daha kolay kilo verebilme şansına sahiptirler.

Ne kadar kilo vermek doğru?

Gelelim ne kadar sürede, ne kadar kilo vermenin doğru olduğuna. Bu konuda Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatoş Özcan, haftada 500 gram verilmesinin doğru olduğunu düşünüyor.

 

Ancak şöyle devam ediyor:” Bu ideal olsa da en fazla 1 kilo verilmesi insanları motive ediyor. Çabuk sonuca ulaştırmanın dezavantajını da yaşatmıyor. Kilo vermede en önemli unsur diyet tedavisi olmakla birlikte davranış tedavisi de çok önemlidir. Kalıcı davranışlar, ne yemeli, nerede yemeli, ne zaman ve nasıl yemeli sorularının cevapları hakkında bilgilendirilen kişilerde beslenme uzmanının psikolojik motivasyonuda söz konusu ise rahatlıkla oluşturulabilir.”

 

Fatoş Özcan, sağlıklı beslenme modelini çizerken tek gıda rejimlerinin insan metabolizmasına en zararlı rejimler olduğunun altını önemle çiziyor. 800 kalorinin altındaki diyetlerle zayıflayan insanların verdikleri kiloları kısa sürede aldıkları biliniyor. Kilo vermeye kararlıysanız unutmamanız gereken bir gerçek de mucize bir besin olmadığı. Yiyecekler yendikten sonra metabolizmada bir artış oluyor ve bunun sonunda ısı oluşuyor. Karbonhidratlar ve yağlar yüzde 6, proteinler ise yüzde 30 oranında metabolizmayı artırıyorlar.

 

Diyetisyen Fatoş Özcan, “Genellikle, normal bir diyette yiyeceklerin etkisi olarak harcanan en iyi miktar bazal enerjinin yüzde 10!unu geçmez. Bu oran artışı protein açısından fazla görünse de çok proteinli gıda tüketmek vücudun asid-baz dengesini bozar. Ayrıca proteinden yüksek gıdalar vücutta damar sertliği, yüksek tansiyon gibi birçok hastalığa neden olur” diye önemli bir noktayı hatırlatıyor.

 

(*) Acıbadem Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı

SAĞLIKLI DİYET ÖNERİSİ

(25-30 yaşındaki orta aktivitedeki kadınlar için haftalık diyet)

 

Sabah: 2 dilim kepek ekmeği, 1 küçük peynir veya 1 yumurta, domates, salatalık, taze biber, çay, bitki çayları, ıhlamur (şekersiz)

 

Ara: 1 porsiyon meyve, ya da 1 su bardağı az yağlı süt

 

Öğle: Tavuk (150 gram, haşlama, ızgara,) salata (bolca, 1 tabak sıvı yağlı), cacık, 4 kaşık zeytinyağlı sebze yemeği (susuz)

 

Ara: (ikindi) 1 porsiyon meyve, sütlü nescafe

 

Akşam: Etsiz sebze yemeği (1 tabak),salata bolca (1 tabak yağlı), yoğurt veya cacık (1 kase), çorba (1 kase) veya 1 dilim kepek ekmeği.

 

Ara: (21:00 – 21:30) 1 porsiyon meyve

Bunlara dikkat !

1 Yemeklerden önce 1 su bardağı su için

 

2 Günlük 8-10 bardak su tüketin.

 

3 Çay, nescafe (şekersiz), bitki çayları diyet cola ve serbest

 

4 Öğün atlamayın

 

5 Günde 30-60 dakika ritmik yürüyüş yapın.

BESLENME KURALLARI

  • Az ve sık beslenin
  • Mümkünse yediklerinizi 3 ana öğün, 3 de ara öğüne bölün
  • Bol su için, yiyecekleri iyice çiğneyin
  • Nişastalı ve posalı gıdalar tüketin
  • Total yağ, karbonhidrat ve protein yüzdelerini ayarlayın
  • Şeker ve tuz içeren gıdaların tüketimini azaltın
  • Alkollü içki tüketmeyin veya tüketimi sınırlandırın
  • Fiziksel aktivite düzeyini artırın.
More

Fiziksel Aktivitenin Faydaları

Sağlıklı yaşamanın en önemli koşullarından biri fiziksel aktiviteyi sürdürmek, bir başka deyişle hareket etmek, egzersiz (jimnastik) yapmaktır. Fiziksel aktivite dolaşım ve solunum sisteminin sağlığını iyileştirerek, kondisyonu geliştirerek genel olarak tüm sistemlerimizde iyilik sağlar. Ayrıca hareket etmemizi sağlayan kas iskelet sistemimizi güçlendirerek çeşitli ağrılı hastalıkların gelişmesini engeller.

Fiziksel Aktivitenin Faydaları

Kan dolaşımını iyileştirerek, iyi kolesterolü arttırarak kalp hastalığı riskini azaltır, kan basıncını düzenler, kalp ve akciğer dayanıklılığını arttırır.

 

Hareket sistemini güçlendirerek boyun, sırt, bel ve diğer çevresel eklemlerin ağrılı hastalıklarının gelişmesini engeller ve hareket özgürlüğünü arttırır.

 

Özellikle kadınlarda menopozla birlikte sık görülen, ilerlemiş durumlarda kırık gibi ciddi problemlere yol açabilen kemik kaybını yani kemik zayıflamasını (osteoporoz) azaltır.

 

Vücut ağırlığını kontrol altında tutarak görünümü iyileştirir, kendine güveni arttırır.

 

Anksiyete ve depresyonu azaltır, olumlu düşünmeyi ve enerji düzeyini arttırır, stresle başa çıkmayı kolaylaştırır.

 

Çocuklarda iyi alışkanlıkların geliştirilmesini ve gelecekte sağlıklarının korunmasını sağlar.

 

Yaşlılarda kronik ve yaşlanma ile birlikte görülen hastalıkların gelişmesini geciktirebilir.

Fiziksel Aktivitenin Planlanması

Fiziksel aktivitenin erişkinlerde dolaşım ve solunum sistemi üzerinde yararlı etkilerinin sağlanabilmesi için haftada en az 3 gün, günde 30-60 dakika süreyle ve maksimum kalp hızının dakikada %50-75’ine ulaşacak yoğunlukta yapılması önerilir.

 

Maksimum kalp hızı=220-yaş formülü ile hesaplanır.

 

Örneğin 20 yaşında iseniz maksimum kalp hızınız=220-20=200’dür. Fiziksel aktiviteye kalp hızı dakikada 200’ün %50’si=100 olacak şekilde başlanır. İlk haftalarda bu hızla çalışılır ve zamanla arttırılarak 200’ün %75’ ine=150’ye ulaşılır. Kalp hızı el bileğinde ve boyun damarın atışı sayılarak kontrol edilebilir. Aktivitenin yoğun sayılabilmesi için yaparken rahat koşamama, şarkı söyleyememe pratik bir ölçü olabilir. Hızlı yürüme, merdiven çıkma, bisiklete binme, yüzme yoğun faaliyetler arasındadır. Normal hızla yürüme, merdiven inip çıkma ve ev egzersizleri gibi hafif ve orta şiddetteki aktivitelerde düzenli olarak günde 30 dakika yapıldığında faydalıdır.

Fiziksel Aktivite Planlanırken Ne Zaman Doktora Başvurulmalıdır?

Kalp rahatsızlığı var ise, kalp ilacı veya tansiyon ilacı kullanılıyorsa, baş dönmesine bağlı düşme ve şuur kaybı şikayetleri varsa, fiziksel aktiviteden etkilenebilecek kemik veya eklem hastalıkları varsa, 45 yaş sonrasında, fiziksel olarak aktif değilken yoğun bir egzersiz programına başlamak isteniyorsa doktora başvurulmalıdır.

 

Aynı şekilde egzersiz esnasında ve sonrasında göğsün ortasında ve solunda, boynun solunda, sol omuz ve kolda ağrı ve basınç oluyorsa mutlaka doktora başvurulmalıdır.

 

Sağlığınızı korumak hastalanıp tedavi çareleri aramaktan çok daha kolay ve ucuzdur.

 

Size Hipokrat’ın güzel deyişini anımsatmak istiyorum. ‘ Bir hastalığın en iyi çaresi o hastalığa yakalanmamanın yollarını öğrenmektir’
More