All posts in Makaleler

Heberden ve Bouchard Nodülleri

Ellerde görülen genetik geçişli bir osteoartrittir. Daha çok kadınlarda görülür. Bu tip nodülleri olan hastaların ağırlık taşıyan eklemlerinde de osteoartrit (kireçlenme) görülme riski yüksektir. Parmaklarının uç eklemlerinde olan nodüllere Hederden nodülleri, dip eklemlerinde görülen nodüllere ise Buchard nodülleri adı verilir. Hederden nodülleri çok daha sık görülür. Parmaklarda ağrılara, şekil bozukluklarına, el fonksiyonlarında bozulmaya sebep olabilirler.

 

Tedavisinde eklem hareketlerini artırmaya yönelik el egzersizleri, eklem içi steroid enjeksiyonları, antiromatizmal ilaçlar kullanılır. Bazen parafin banyoları, egzersiz ve splintlemeyi içeren fizik tedavi uygulamaları gerekebilir.

More

Çocuklarda Bel Ağrıları

Çocuklarda bel ağrılarının en sık rastlanan sebebi, sportif zorlanmalar sonucu oluşur ve genellikle 1-2 haftalık istirahat ile geçer. Çocukluk çağındaki bel ağrıları 4 haftayı geçerse daha ciddi olarak incelenmelidir. Çocukluk çağında uzun süren bel ağrılarının daha ciddi ve daha ağır sebepleri olabilir.

 

Aşağıdaki durumlarda bel ağrılarının altında ciddi bir sebep aranmalıdır.

 

1. 4 haftadan uzun süren ağrılar (dinlenmeye rağmen)
2. ağrı inatçı ise, çocuğun aktivitelerini kısıtlıyorsa
3. ateş öksürük idrar ve barsak değişiklikleri, adet düzensizliği varsa
4. ağrı bir yada her iki bacağa yayılıyorsa
5.okul öncesi çocukta bel ağrısı varsa
6. trafik kazası, düşme gibi bir travma olmuşsa
7. gece ağrısı belirginse
Bu 7 özellikten biri varsa aşağıdaki tedbirler yaptırılmalıdır

 

1. Tam kan, sedimantasyon, CRP

 

2. bel ve pelvis röntgeni

 

3. enfeksiyon ve tümör şüphesi varsa sintigrafi

 

4. MRI, bilgisayar tomografi ,

 

Çocuklarda bel ağrısının en sık rastlanan sebepleri şunlardır;

 

1. Travma: 1–2 hafta içinde geçen kas zorlanmaları, ağırlık kaldırma, ters hareketler, spor zorlanmaları; daha ciddi travmalar omurga kırıklarına yol açabilir.

 

2. Enfeksiyon: Diskiitis (disk aralığı iltihabı), okul öncesi çocuklarda sık görülür, ani başlar, ateş vardır, ayakta durma ve oturma pozisyonunda ağrı artar. Şayet tedavi edilmezse osteomiyelite sebep olabilir. Sintigrafi, MRI ve röntgenle teşhis edilir.

 

3. Spondiloliz ve spondilolistezis (bel omurgalarında kayma); daha çok kız çocuklarında görülür.

 

4. Scheurman hastalığı; ileri çocukluk ve delikanlılık dönemlerinde görülür. Sırtta düzleşme ve kamburlaşma vardır. Daha çok erkeklerde görülür.

 

5. Jüvenil romatoid artrit ve ankilozan spondilit.

 

6. Kemik tümörleri :

 

  • osteoid osteoma
  • osteoblastoma
  • eozinofilik granüloma
  • anevrizmal kemik kisti
  • lösemi
More

Dupuytren Kontraktürü

Bu hastalık adını 19. yüzyıl başlarında yaşamış ve onu tarif etmiş olan Fransız cerrahı Baron Dupuytren’den almıştır. özelliği cildin altındaki dokunun üstünün sertleşmesidir (palmar fascia).

 

Belirtiler

 

  • Bir veya birkaç parmağı açamamak,
  • Avuç içinde küçük bir şişkinlik veya sertlik.
Dupuytren kontraktürü genellikle ağrılı değildir, fakat elde ilerleyen bir deformasyon meydana getirebilir. Aynı zamanda ayak tabanında da buna benzer doku sertleşmesi ve çekmesi görülebilir. Bu rahatsızlık en çok yüzük parmağı ve küçük parmakta oluşur fakat herhangi bir parmağı, ayak tabanını hatta penisi etkileyebilir.

 

Hastalığın nedeni bilinmemektedir. Fakat kalıtım öğesi güçlü görülmektedir. Çünkü bu problem aynı ailenin bireylerinde daha fazla görülür. Bir diğer ortak özellik, orta yaşlı erkekler olup bazıları alkolik veya epileptiktir. Bu bağlantının nedeni bilinmiyor. Tek bir travmatik olaya bağlı olma ihtimali fazla değildir.

 

Teşhis

 

Bu hastalığın teşhisi için fizik muayene genellikle yeterlidir. Hasta bölgenin üzerindeki derinin çukurlaşması oldukça karakteristiktir. Derinin altında, hareket ettirilemeyen bir doku şeridi de olabilir. Bileğin pozisyonundaki bir değişiklik kontraktürü etkilemez.

 

Teşhis koyulduktan sonra, hastalığın ilerlemesini gözlem altında tutmak önemlidir. Doktorunuz avuç içiniz aşağı gelecek şekilde elinizi düz bir yüzeye koymanızı isteyebilir. Eğer bu durumda parmağınızı açamazsanız, tedavi gerekebilir. Testin sonucu negatif bile olsa, zaman zaman bu testi tekrarlamanız gereklidir. Sonuç, durumun kötüleştiğini gösterirse, ameliyat yapılabilir.

 

Bu sık rastlanan hastalık, çoğunlukla ağrılı olmamasına rağmen parmakların esnekliğinin gittikçe azalması zaman içinde rahatsızlığa yol açabilir. Fakat birçok vakada tedavi gerekmez.

 

Ameliyat gerekli olduğu zaman sıklıkla, normal hareket yeteneğinin tamamı veya çoğu geri dönebilir, yine de, bazı kimselerde rahatsızlık nüksedebilir.

 

Tedavi

 

Ameliyat, büzüşmüş dokuların çıkarılması ve bazı vakalarda vücudun diğer bölgelerinden alınan derinin bu bölgeye nakledilmesi (greft) ya da diğer cerrahi girişimlerden oluşur. El birkaç gün ya da hafta açık pozisyonda parmaklarla birlikte sarılacak ve daha sonra parmak ve el egzersizlerinden oluşan fizik tedavi başlayacaktır.
More

Osteoporoz Nedir?

Osteoporoz kemiklerin kütle kaybetmesine yol açan ve en yaygın görülen kemik metabolizması hastalığıdır. Kemiklerin kütlesinin azalması kolaylıkla kırılabilmesine neden olmaktadır. Kemik kütlesi yanında osteoporozda iskelete ait ikinci önemli faktör kemik kalitesidir. Kemik kalitesinde yetersizliğe yol açan en önemli neden ileri yaştır. Yaş ilerledikçe aynı kemik mineral yoğunluğunda dahi kırık riski daha yüksektir. Osteoporozun kelime anlamı; osteo (kemik) poroz (delikli) kelimelerinin birleşmesinden oluşur, delikli kemik halk arasında kemik erimesi olarak bilinir.

 

50 yaşın üzerinde her 8 kişiden 1′ inde osteoporoza bağlı omurga kırığı gelişmekte olup bu oran yaş ile birlikte artmaktadır. Kalça kırığı 70 yaşın üzerindeki her 3 kadından ve her 9 erkekten 1′ inde görülen önemli bir sağlık problemidir. Osteoporotik kırıklar olarak tanımlanan kırıklar; el bileği, omurga ve kalça kırıklarıdır. Bu kırıklar kişinin fiziksel, psikolojik ve sosyal durumu ile sağlıkla ilgili yaşam kalitelerini olumsuz olarak etkilemektedir

Osteoporozdan etkilenen insanların %80’i kadınlardır. Kadınlarda daha sık rastlanan Romatoid artrit gibi iltihaplı romatizmaların varlığı ya da kortizon, tiroksin gibi ilaçların kullanımı halinde osteoporoz riski artmaktadır. Erkek osteoporozu da özellikle son yıllarda klinik tıpta önemli bir sorun olarak görülmektedir. Tüm vertebra korpus kırıklarının %14’ü ve yine tüm kalça kırıklarının %25-30’u erkeklerde görülmekte ve önemli bir oranda hastalık ve ölüm nedeni olabilmektedir. Osteoporozun kadınlara oranla erkeklerde daha nadir görülmesinin nedenleri arasında erkeklerdeki kısa yaşam beklentisi, iskelet gelişimi sırasındaki yüksek kemik kütlesi oranı ve kemik yıkımını hızlandıran menapoz eşdeğeri bir durumun olmaması sayılabilir.

 

Kemik yaşam boyu sürekli yapılan, yıkılan canlı bir dokudur. Yaşam süresince eski kemik yıkılır ve bunun yerini yeni kemik alır. Kemik bal peteği görünümünde olup başta kalsiyum olmak üzere önemli mineralleri depolar. Yirmi-yirmibeş yaşlarına kadar yiyeceklerden alınan kalsiyumun kemiği yenileme kapasitesi kemiğin yıkım hızından daha yüksektir. Otuzlu yaşlarda tepe kemik kütlesi adı verilen en yüksek kemik kütlesine ulaşılır. Bu dönem kemiğin en güçlü olduğu dönemdir. Tepe kemik kütlesini etkileyen faktörler büyüme sırasında rol oynayan genetik program, mekanik yüklenme, beslenme ve hormonal faktörlerdir. Büyüme esnasında optimal kemik birikimi için yeterli kalsiyum alınmalı, normal östrojen salgılanmalı ve yeterli vücut ağırlığı olmalıdır. İleri dönem yaşlardan ziyade büyüme esnasında mekanik yüklenme de önemli rol oynamaktadır.

 

Kırk yaş civarında kemik kütlesi yavaş yavaş azalmaya başlar. Bu kayıp menapozdan sonra kadınlarda östrojen hormonunun seviyesinin düşmesine bağlı olarak hızlanmaktadır. Menapozdan sonraki ilk 5 yıl kemik kütlesinin en hızlı kaybedildiği zaman dilimidir. Bu dönemde kadınlar her yıl kemik kütlerinin %3’ünü kaybedebilirler. Hızlı kayıp döneminin sonlarında 60 yaş civarında osteoporozun ilk belirtileri; kamburlaşma, boy kısalması, yaygın sırt ağrıları ya da ufak bir zorlama sonucu oluşan kırıklar şeklinde ortaya çıkar.

RİSK FAKTÖRLERİ

Genç bir erişkin iken ulaştığımız tepe kemik kütlesi ve yaşlanmaya başladığımızda oluşması beklenen kemik kaybının hızı osteoporoz gelişme riskimizi belirler. Kimlerin önceden bu hastalığa yakalanacağı önceden öngörülememektedir. Ancak hastalığa yakalanma riski aşağıdaki durumlarda artmaktadır:

 

  • 45 yaşın altında doğal ya da cerrahi menapoz
  • Kadın olmak
  • İleri yaş
  • Ufak tefek zayıf yapıda ve beyaz tenli olmak
  • Ailede osteoporotik kırık öyküsü (Özellikle annede kalça kırığı)
  • Daha önce kırık geçirmiş olmak (Ön kol kırığı gibi)
  • İnflamatuar (iltihaplı) eklem hastalığı yada astım varlığı
  • Kemik yıkımını hızlandıran ilaçların kullanımı (kortizon,guatr ilaçları,sara ilaçları,heparin vb)
  • Kalsiyumdan fakir beslenme, yetersiz D vitamini
  • Sigara içme, alkol kullanımı, fazla kahve tüketimi
  • Aşırı tuz, protein alımı
  • Düzenli egzersiz yapma alışkanlığının olmayışı
  • Erkeklerde düşük testosteron düzeyi
  • Uzun süreli yatak istirahati
  • Bunama
  • Kronik böbrek yetmezliği
  • Malabsorbsiyona neden olacak gastrointestinal sistem sorunları
  • Tirotoksikoz (tiroid hormonunun fazla salgılanması)
  • Hiperparatiroidi (paratiroid hormonunun fazla salgılanması)
Yukarıdaki faktörlerden bir ya da birden fazlası sizde var ise osteoporoza yakalanma ve kırık riskiniz yüksektir. Osteoporoz riskiniz olup olmadığını anlamak için Uluslararası Osteoporoz Vakfı tarafından hazırlanan BİR DAKİKALIK OSTEOPOROZ RİSK TESTİ ‘nden yararlanabilirsiniz.

 

  • 1) Anne veya babanızda basit bir zorlanma veya hafif bir düşme sonrasında kalça kırığı oldu mu ?
    EvetHayır
  • 2) Sizde basit bir zorlanma veya hafif bir düşme sonrasında kalça kırığı oldu mu ?
    EvetHayır
  • 3) Üç aydan uzun bir süre kortizon içeren ilaç kullandınız mı ?
    EvetHayır
  • 4 Boyunuzda 3 santimetreden fazla kısalma oldu mu ?
    EvetHayır
  • 5) Fazla miktarda alkol tüketiyor musunuz ?
    EvetHayır
  • 6) Günde 20′ den fazla sigara içiyor musunuz ?
    EvetHayır
  • 7) Sık olarak diare-ishal sorununuz oluyor mu? (Çölyak veya Crohn hastası mısınız ? )
    EvetHayır

    • Kadınlar için

  • 8) Menapoza 45 yaşından önce mi girdiniz ?
    EvetHayır
  • 9)Regl düzeniniz 12 ay süre ile aksadı, kesintiye uğradı mı ?
    EvetHayır

    • Erkekler için

  • 10) Testosteron seviyesinde azalmaya bağlı impotans veya libido kaybınız oldu mu ?
    EvetHayır

Eğer bu sorulardan birine yanıtınız evet ise bu konu ile ilgili bir uzman hekime başvurunuz.

 

Kadınların kemik kütlesi erkeklere oranla %20-30 daha azdır. Bu nedenle erkeklere nazaran osteoporoza yakalanma riski kadınlarda daha fazladır. Ancak ileri yaşlarda özellikle 70 yaşın üzerinde her iki cinste de kalça kırığı riski artmış olarak karşımıza çıkmaktadır. Astım ve iltihaplı eklem romatizmalarında kullanılan kortizon gibi ilaçlar, kemik kütlesini azaltan ilaçların en önemlileridir. Kemik kaybının miktarı bu ilaçların dozuna ve kullanım sürelerine göre değişmektedir. 7.5 mg’ın üzerinde uzun süreli kullanım (3 aydan uzun süre ) kırık riskini arttırmaktadır. Kortizon kemik yıkımını hızlandırır. Östrojen seviyelerini düşürür, kalsiyumun barsaktan emilimini azaltarak osteoporoza neden olur.

 

Kortizon dışında osteoporoz riskini arttıran ilaçlar: Guatr hastalığı tedavisinde kullanılan tiroksin, sara hastalığında kullanılan antiepileptikler ve kanın pıhtılaşmasını engellemek için kullanılan heparin gibi ilaçlardır. Bu ilaçları kullananlarda muntazam aralıklarla KMY (kemik mineral yoğunluğu) ölçümü yapılmalıdır.

 

Osteoporoz ve osteoporotik kırıklar için risk faktörlerinin tanımlanması ile yüksek risk altındaki bireyler ortaya çıkarılabilir ve böylece değiştirilebilen risk faktörleri ile ilgili düzenlemeler yapılarak kırıklar önlenebilir. Bireyin kırık riski bütün bu faktörlerin net sonucudur. Bu faktörlerin önemi iskeletteki bölgeye, bireyin içinde bulunduğu yaşamsal dönemlere ve bireyden bireye değişiklik gösterir.

OSTEOPOROZDAN KORUNMA

Osteoporozdan korunmanın başlıca yöntemi; tepe kemik kütlesine erişinceye kadar olan dönemde güçlü, sağlam kemik yapıyı oluşturmak ve sonraki yaşlarda kaybı engellemektir.

 

Yeterli ve güçlü kemik kütlesine sahip olursak ileri yaşlardaki kaybımızı daha az problem ile atlatabiliriz. Kemik kütlesi genetik faktörlere bağlı olarak değişebilirse de yaşam biçimimizi akıllıca düzenleyerek osteoporozu yavaşlatabilir ve hatta engelleyebiliriz.

 

Daha sonraki hayatınızdaki kaybı en aza indirebilmek için 35 yaşına kadar mümkün olduğunca en yüksek kemik kütlesine sahip olabilecek önlemleri almalısınız.

 

Aldığınız kalsiyum miktarını arttırın

 

Kalsiyum sadece kemik sağlığı için değil, diğer vücut fonksiyonları içinde gerekli bir mineraldir. Vücudumuz kanda belirli bir miktar kalsiyum bulundurmak zorundadır. Kaslarımızın kasılması, kalp ritmi ve normal kan akışkanlığı için kalsiyuma ihtiyaç vardır. Bunlar kalsiyumun kemik yoğunluğu üzerindeki etkisinden daha öncelikli fonksiyonlarıdır. Bu fonksiyonları yerine getirebilmek için yeterli kalsiyum almıyorsak vücudumuz depoları yani kemikteki kalsiyumu kullanacaktır.

 

Ne kadar kalsiyuma ihtiyacınız olduğu cinsiyetinize, yaşınıza ve osteoporoz riskinize bağlıdır. Kalsiyum ihtiyacı ergenlikte, hamilelikte, emzirme döneminde ve menapozdan sonra artmakta günlük 1000-1500 mg’ a çıkmaktadır. Özellikle çocukluk ve adolesan dönemde süt ve sütlü gıdalardan zengin beslenen kişilerde osteoporotik kırık riskinin azaldığı gösterilmiştir. Kalsiyum desteğinin tepe kemik kütlesinin oluştuğu büyüme döneminde yapılmasının yararı tartışılmaz. Büyüme sırasında yeterli kalsiyum alınmazsa genler tarafından programlanan iskelet yapımının doruk noktasına ulaşamadığı savunulmaktadır . 9-20 yaşları kemik kütlesini doruk seviyeye ulaştırmada önemli bir dönemdir. Bu gibi özel durumların dışında günlük gereksinim 800 mg kadardır. Bir bardak sütte yaklaşık 250 mg kalsiyum bulunmaktadır. Ne yazık ki birçok kadın günlük 500 mg’ın altında kalsiyum alma alışkanlığındadır.

 

D vitamini kalsiyumun barsaktan emilimine ve kemikler tarafından depolanmasına yardımcı olan bir hormondur. Günlük ihtiyacımız olan miktar 400-800 İU’dur. Güneş ışığının etkisi ile ciltte, karaciğerde ve böbrekte sentezlenerek aktif D vitamini haline dönüşür. Kış aylarında, güneş ışığından yeterli yararlanamama durumlarında sentezi azalmaktadır. İleri yaşlarda özellikle böbrekten yapımının azalması yaşlanma sonucu osteoporozun artmasına yol açan önemli bir durumdur.

 

Kalsiyum kaynağı olan yiyecekler:

 

Süt ve süt ürünleri en önemli kalsiyum kaynaklarıdır. Süt, yoğurt ve peynir en fazla kalsiyum içeren gıdalardır. Bir bardak süt günlük ihtiyacımızın 1/4’ünü sağlar. Yağ ve kaloriden kaçınmak için düşük yağ içeren süt ve süt ürünleri kullanılabilir . Kalsiyumdan zengin diğer gıdalar; yeşil sebzeler, kabuklu deniz hayvanları, sardalya balığı, soya fasulyesi, fındık, badem, pekmez, kalsiyum ile zenginleştirilmiş meyve suları, ekmekler v.s olarak sayılabilir.

 

YiyecekÖlçüKalsiyum(mg)
Yağlı süt1Su Bardağı291
Yağlı yoğurt1 Kap400
Beyaz peynirKibrit Kutusu190
Kaşar-çedar-permesan peynirKibrit kutusu200-300
Ayran1 Su Bardağı285
Balık1 Porsiyon (100 gr)200
Sardalya1 Porsiyon300
Ispanak1 Porsiyon125
Börülce1 Porsiyon160
Soya1 Porsiyon225
Salata (yeşil)1 Porsiyon235
Mercimek1 Porsiyon59
Nohut1 Porsiyon92
Portakal1 Orta Boy72
Muz1 Orta Boy100
Kivi1 Orta Boy170
Yumurta Sarısı1 Adet147
Fındık100 gr200
Badem içi100 gr250

Farmakolojik kalsiyum destekleri:

Günlük kalsiyum gereksiniminin diyetle alınması idealdir. Ayrıca diyetin içerdiği kalsiyum miktarına bakarak kalsiyum preparatları da kullanılabilir. Kalsiyum içeren ilaçlar içerdikleri elementer kalsiyum miktarına göre çeşitlenirler. Kalsiyum karbonat en yüksek elementer kalsiyumu sağlar. Kalsiyum sitrat ve kalsiyum glukonat bileşikleri daha az elementer kalsiyum içerirler, ancak vücudumuzun bunları emmesi daha kolaydır. Kalsiyum ince barsakların üst bölümünden aktif transportla emildiği için bölünmüş dozlarda alınması ve yemek asitleri çözünmelerini arttıracağı için yemeklerle birlikte alınması emilimlerini arttıracaktır. Ayrıca kemik rezorbsiyon hızı gece arttığı için yatmadan önce alınması da önerilir. Bu sebeplerle kalsiyumun yemeklerle birlikte ve yatmadan önce bölünmüş dozlarda alınması tercih edilir. Kalsiyum alımı sırasında günde 6-8 bardak su içmeye özen gösterilmelidir.

Sigara içmekten kaçının

 

Sigara içenler içmeyenlere göre daha fazla osteoporoz riskine maruz kalmaktadır. Sigara birkaç yolla osteoporoza neden olmaktadır. Sigara içenler menapoza daha erken girerler, östrojen düzeyi sigara içenlerde daha düşüktür ve vücut kitle indeksi daha azdır.

 

Alkol kullanımından kaçının

 

Fazla miktarda (günlük 100 ml’den fazla) alkol tüketen kişilerde osteoporoza yakalanma riski daha yüksektir. Aşırı alkol tüketimi ile kalsiyum emilimi azalır, atılımı ise artar. Alkol ile beslenme alışkanlığı da bozulur. Protein ve sodyum alımı azalır, protein kaybı artar. Yine alkole bağlı endokrin değişiklikler sonucu testosteron azalması ve kortikosteroid artışı osteoporozu kolaylaştırmaktadır.

 

Aşırı miktarda kahve tüketmeyin

 

Aşırı miktarda kahve tüketimi idrar ve bağırsak kalsiyum atılımını etkilemektedir. Günde 150 mg kafein (yaklaşık bir bardak kahve) idrar kalsiyumunu günde 5 mg arttırmaktadır. Düşük dozlarda kafeinin etkisi önemsizdir.

 

Hayvansal proteinden zengin gıdaları aşırı tüketmeyin

 

Proteinden zengin diyetler kalsiyumun idrarla atılımını arttırmaktadır. Bu etki yüksek fosfat içeriği nedeni ile hayvansal proteinlerde daha fazladır.

 

Egzersiz yapın ve yaşam boyu aktif kalın

 

Egzersizin yaşa bağlı kırık insidansını azaltması çeşitli mekanizmalarla açıklanmaktadır. Genç erişkinlerde egzersiz tepe kemik kütlesini arttırmakta ve böylece daha sonra görülebilecek kırık riski azalmaktadır. Erken menapozal kadınlarda östrojen yetersizliğine bağlı hızlı kemik kaybı egzersizle yavaşlayabilmektedir. Son olarak yaşlı erişkinlerde egzersiz yaşa bağlı kemik kütlesi azalmalarını geciktirebilmekte ve düşme insidansı ve düşme sonucu gelişebilecek hasarı azaltabilmektedir. Ancak öne eğilerek yapılan hareketler omurga kemiklerinde kırılmaya neden olabileceğinden egzersiz sırasında bu hareketlerden kaçınılmalı ve düzgün bir duruş sağlayan sırt kaslarının kuvvetlendirilmesine çalışılmalıdır. Kemiklere yük bindiren; yani vücut ağırlığını kemiklerimize taşıtarak ayakta yaptığımız egzersizler kemiklerimizi uyararak güçlenmesine yardımcı olur.

 

Sedanter yaşam ve uzun süreli yatak istirahati osteoporoz riskini arttırır. Hareketli olma, kolay hareket edebilme yeteneğimizi artırır, kas gücümüz artar ,dengemiz korunur, düşmeden korunuruz.

 

Egzersiz kalp ve damar sağlığımız içinde gereklidir. Osteoporozdan hem korunmada hem de tedavi amacıyla egzersizlerden yararlanılmalıdır. Korunmada yürüyüş gibi hafif egzersizler etkili olabiliyor ise de tedavide kullanılan egzersizler Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanları tarafından reçete edilen özel tipte ağırlık taşıma egzersizleri gibi egzersizlerdir.

 

Fiziksel olarak aktif bir insan değilseniz ve aşağıdaki durumlardan herhangi biri var ise egzersiz için doktora danışılmalıdır:

 

  • 40 yaşından sonra kırık ya da osteoporozun varlığı
  • Kalp hastalığı, yüksek tansiyon, felç, yüksek kolesterol
  • Egzersiz sonrası göğüs, boyun,omuzlar ve kolda ağrı ya da sıkışma hissi oluyor ise
  • Ufak bir güç sarfedildiğinde bile nefes darlığı ve baş dönmesi oluyor ise
  • Egzersiz programına başlamadan önce diabet gibi özel dikkat gerektiren bir hastalık mevcut ise

Östrojen kullanımı

Menapozdan sonra kadınlar östrojen azalmasına bağlı olarak daha hızlı kemik kaybına maruz kalır. Bu hormon adet kanamalarını kontrol etmesi yanısıra kemiklerin kalsiyumu depolamasına ve kemik kütlesinin korunmasına da yardımcı olur. Ülkemizde ortalama menapoz yaşı 48 civarıdır. Günümüzde östrojen tedavisi osteoporoz tedavisinden ziyade korunmada tercih edilmektedir. Kadın doğum uzmanları tarafından önerilen östrojen tablet ya da cilt peçleri şeklinde kullanılmaktadır. Östrojen kullanımı meme ve rahim kanseri riskini arttırmaktadır. Rahim kanseri riski östrojen ile birlikte progesteron kullanılarak azaltılabilir.

 

Östrojen kullanımı ile adet kanamaları benzeri ara kanamalar olabilir. Östrojen kullanıyorsanız sık sık doktor kontrolüne ihtiyacınız var demektir. Ailenizde meme kanseri, rahim kanseri ve kan pıhtılaşma sorunu var ise doktorunuz östrojen kullanmanıza izin vermeyebilir.

OSTEOPOROZ TANISI NASIL KONULUR ?

Kemiğiniz kırılana,kamburlaşana ve boyunuz kısalana kadar osteoporoz belirtilerini fark etmeyebilirsiniz. Aşikar yakınmalar oluşuncaya kadar sessiz bir dönem geçirebilirsiniz. Doktorunuz osteoporoz olup olmadığınızı ya da olma riski taşıyıp taşımadığınıza karar verebilir. Osteoporoza neden olabilecek diğer hastalıkların varlığı(tiroid hastalıkları, inflamatuar eklem romatizmaları, astım, ilaç kullanımı v.b), kırık öykünüzün bulunması, beslenme durumunuz, genel sağlığınız, ailede özellikle annede kırık öyküsü gibi bilgiler doktorunuza riski belirlemede yardımcı olacaktır. Doktor fiziksel muayene, kan ve idrar tetkikleri ve radyografi ile tanıya ve ayırıcı tanıya gidebilir.

 

Risk mevcudiyetinde kemik mineral yoğunluğu ölçümü tanıyı kesinleştirir. Bu testler kırık riskini belirlemede en güvenilir yöntemlerdir. Hastalığın erken tesbit edilmesine de yardımcıdır. Riski yüksek olan hastalarda yılda bir kez, düşük olan hastalarda 2-5 yılda bir tekrarlanır. Tedaviye yanıtı değerlendirmek içinde yılda bir kez tekrarlanabilir. Bir yıldan daha kısa aralıklarla yapılmasının yararı yoktur. KMY ölçümünün ilaç tedavisinin etkinliğini değerlendirmede tek başına yeterli olmadığı , verilen tedavinin kemiğin kalitesi ve yapısal elemanlarına olan etkisinin de göz önüne alınması gerektiği unutulmamalıdır. Kemik ölçümleri hızlı, kolay yapılabilen testlerdir. Çok çeşitli yöntemler var ise de en çok DEXA (Dual photon x-ray absorbsiometre) kullanılmaktadır.

 

DEXA ile kemiğin %1-2 ‘lik kaybı bile değerlendirilebilir. Osteoporoz tanısında ve tedavinin takibinde hekim önerisi ile kullanılmalıdır. Son zamanlarda daha ucuz ve basit olan ultrasonografi gibi kemik ölçüm yöntemlerinden de kemik tarama çalışmalarında yararlanılmaktadır.

 

Düz kemik radyografisi kırıkların tespit edilmesinde yararlıdır. Ancak kemik yoğunluğunun saptanmasında hassas değildirler. Direk radyografi ile kemik yoğunluğu azalması tespit edildiğinde kemiğin en az %30’u kaybedilmiş demektir.

 

Doktorunuz tanı için ve özellikle kemik kaybınızın halihazırda olup olmadığını tespit için kan ve idrar testleri isteyebilir Bunlar; kan kalsiyum, fosfor, alkalen fosfataz, parathormon, D vitamini değerleri, tiroid fonksiyon testleri , sedimantasyon, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri gibi testlerdir.

OSTEOPOROZ TEDAVİSİ

Tüm hastalıklarda olduğu gibi osteoporozda da hastalıktan korunmak öncelikli amaç olmalıdır. Osteoporozun gelişmiş olduğu durumlarda ise erken tedavi başarı şansını yükseltmektedir. Osteoporoz günümüzde tedavi edilebilir bir hastalıktır. Osteoporoz tedavisinin en önemli amacı kırıkların azaltılmasıdır. Osteoporoz tedavisinde ilaç ve ilaç dışı tedaviler söz konusudur.

 

İlaç tedavisinde kemik yıkımını azaltan, yapımını arttıran ve özellikle son zamanlarda kemik kalitesi üzerine olumlu etki gösteren ilaçlar üzerinde yoğunlaşılmakta ve araştırmalar bu yönde sürdürülmektedir. İlaç tedavisinin seçiminde hastanın yaşı, ek yakınma ve hastalıkları, kırığın bulunup bulunmaması ve KMY değeri gibi özelliklerin göz önüne alınması gerekir.

 

HRT (hormon replasman tedavisi ) en eski tedavilerden birisidir. Ancak günümüzde özellikle menapoz semptomları olan erken postmenapozal kadınlarda osteoporozun önlenmesi amacıyla kullanımı önerilmektedir. Östrojen hormonu progesteron ile birlikte ya da tek başına kontrollü olarak önerilebilir.

 

Bifosfanatlar son yıllarda üretilen ,ağızdan alınıma elverişli kemik yoğunluğunu arttıran ilaçlardır. Ülkemizde Etidronat, Alendronat, Risedronat bulunmaktadır. Alendronat ve risedronatın hem günlük ,hem de haftada bir alınabilecek formları mevcuttur. Yapılan çalışmalarda günlük ve haftalık alım arasında etkinlik ve yan etkiler bakımından fark bulunamamıştır. Bifosfanat kullanımına başlamadan önce olası hipokalsemiyi önlemek için kalsiyum ve D vitamini eksikliği varsa muhakkak düzeltilmelidir. Ancak kalsiyum ile bifosfanatların aynı anda alınması durumunda emilim bozulduğu için eş zamanlı alınmaması gerektiği unutulmamalıdır. Bifosfanatlar genelde iyi tolere edilen, önemli yan etkileri olmayan ilaç gruplarıdır.

 

Kalsitonin enjeksiyon ya da nasal sprey şeklinde tedavide yer almış, özellikle kırığı olan hastalarda ağrıyı da kontrol eden bir ilaçtır. En az 2-3 yıl süre ile kullanılmalıdır.

 

Selektif östrojen reseptör modülatörleri (SERM) yeni bir ilaç grubu olup östrojen reseptörlerine yüksek ilgileri olan, bazı dokularda östrojen etkisini taklit ederken, bazılarında antiöstrojen etki gösteren ilaçlardır. Bu gruptaki ilaçlardan en iyi bilinenleri , her ikisi de meme kanserinin tedavisi için geliştirilmiş olan tamoksifen ile yeni bir ilaç olan raloksifendir. Raloksifen osteoporozun önlenmesi için kullanabilecek ilaç gruplarından birisi olarak günümüzde dünyada ve ülkemizde yeni bir tedavi seçeneği olarak yerini almıştır. Osteoporozu olan postmenapozal kadınlarda meme kanseri riskini azalttığı bildirilmektedir.

 

Paratiroid hormonu kan kalsiyum ve fosfat düzeyini ayarlayan bir hormondur. Yüksek plazma konsantrasyonları kemik rezorbsiyonunu arttırırken, düşük dozlarda aralıklı olarak verildiğinde kemik formasyonunu arttırabilir. Özellikle ciddi osteoporozlu olgularda vertebra ve vertebra dışı kırıklara olan etkisi nedeniyle gelecekte önemli bir tedavi seçeneği olarak görünmektedir.

 

Kalsiyum diğer tedavilerin yanısıra günlük yeterli kalsiyumu alamayan menapoz sonrası kadınlara önerilen bir ilaçtır. D vitamini eksikliği olan kişilerde kalsiyumun D vitamini ile beraber alınması önerilmektedir. D vitamini seviyesi yaşla birlikte azalır. Kalsiyum ile birlikte uygulanan vitamin D tedavisinin kalça ve vertebra dışındaki diğer kırıkların oranını azalttığı ve serum paratiroid hormon düzeylerini düşürdüğü belirlenmiştir.

 

Yeni ilaç tedavileri ve deneysel tedaviler (ipriflavon, tibolon, osteoprotogerin, stronsium, büyüme hormonu, büyüme faktörleri, eser elementler, statinler, K vitamini) üzerindeki çalışmalar devam etmektedir.

 

İlaç dışı yaklaşımlar kapsamında:

 

  • Diyet
  • Kemik sağlığını olumsuz yönde etkileyebilecek gıda, alışkanlıklar ve ilaçlardan uzak durma
  • Fiziksel aktivitenin desteklenmesi (yaşa göre egzersiz)
  • Düşmelerin önlenmesi
  • Mimari engellerin giderilmesi
  • Kalça koruyucular, görme muayenesi, denge ve kuvvetlendirme egzersizleri
  • Hasta eğitimi
  • Akut ve kronik ağrının tedavisi önem taşımaktadır.
Osteoporoz teşhis ve tedavisinde sürekli yeni metodlar geliştirilmektedir. Doktorunuz doğru tedaviyi bulmanız ve bu tedavinin risklerini, yan etkilerini, yararlarını anlamanız açısından en iyi rehberiniz olacaktır.

DÜŞMELERİN ENGELLENMESİ

Yaşlandıkça, düşüp bir yerinizi kırma riskini artıran bir takım değişiklerin oluştuğunu farkedebilirsiniz. Bunlar kas zayıflığı, görme bozukluğu, hastalık ya da ilaç alınımı nedeni ile oluşan baş dönmesinden kaynaklanabilir. Osteoporoz sonucu incelen kemik çok hafif bir zorlama sonucu bile kırılabilir. Bu nedenle düşme riskinin azaltılması ilaç ile tedavi kadar önemlidir. Düşme riskinizi kas gücünüzü artıran egzersizler yaparak, alçak ökçekli kaymayan tabanlı ayakkabılar giyerek azaltabilirsiniz. Düzenli göz muayeneleri, gereksinim duyarsanız gözlük kullanımı görüşünüzü iyileştirecektir. Doktorunuza baş dönmenizin nedenini sorun. Tansiyonunuzun ve kan şekerinizin ani inip çıkmaları konusunda bilgilenin ve doktorunuzdan yardım isteyin. Aşağıdaki liste, evinizi daha güvenli kılmak ve düşme riskinizi azaltmak için evde ne gibi önlemler almanız gerektiğini göstermektedir.

Işıklandırma

  • Merdiven, oda ve koridorlar iyi ışıklandırılmalı
  • Gereken yerlere gece aydınlatma sağlanmalı
  • Yatağınızın yanında fener bulundurabilir ve gece kalktığınızda kullanabilirsiniz.

Zemin Döşeme

  • Küçük, kayabilen halı, kilimlerden kaçının, kullanıyorsanız kaymaması için gerekli önlemleri alın.
  • Halı kenarlarını sabitleyin.
  • Kaymayan cilalar kullanın.
  • Ayak altındaki elektrik kordonlarını kaldırın.

Merdivenler

  • Merdivenin başına ve altına elektrik düğmeleri koyun.
  • Kaymayan yüzeylerle kaplayın.
  • Trabzan koydurun ve inerken çıkarken kullanın.

Banyo

  • Banyo küvetinin, tuvaletin, duşun yanına tutunmaya yardımcı tutamaklar yerleştirin.
  • Kaymayı engelleyici lastik ya da yapışan zeminler koyun.

Mutfak

  • Alet edevatı kolay erişilebilecek yerlere koyun ( iskemleye tırmanmayı gerektirmeyen )
  • Raflara ulaşmak için sağlam bir basamak kullanın.
More

El ve Bilek Eklemlerini Koruma

Aynı el ile yapılan tekrarlayıcı hareketlerden kaçınınız.

 

El bileği ve el ile yapılan işlerde ön kol ve kolunuzu da kullanınız.

 

Yazı yazmak, ince el işleri yapmak gibi aktivitelere sık sık ara verin.

 

Kalem, çekiç, tornavida gibi elle kullanılan alet ve malzemelerde kavramayı kolaylaştırmak için kalın saplı olanlarını tercih edin.

 

Yazı yazarken parmaklarınızı fazla sıkmayın ve bileklerinizi düz tutun. Bu durum özellikle çocukları ileride el ve bilek problemlerinden korumak için önemlidir.

 

El ve bilekle ilgili sorunlarınız varsa bir istirahat splinti yada bilek desteği kullanın.
More

Faset Sendromu

Üst ve alttaki omurların birlikteliğini sağlayan faset eklemler önemli bir ağrı kaynağıdır. Faset eklemlerinin geniş bir sinir innervasyonu vardır. Her bir faset üstteki ve alttaki fasete giden medial daldan innervasyon alır.

Faset sendromunda belde paravertebral bölgeye, kalçalara yayılan bölgesel bir ağrı vardır. Ağrı hareketle özellikle arkaya doğru kaykılma ile artar. Faset eklem üzerine bastırıldığı zaman hassasiyet vardır. Sinir disfonksiyonu yoktur.Görüntüleme yöntemleri ile fasetlerdeki dejeneratif değişiklikler gösterilebilir.

 

Faset sendromunun kesin tanısının konulabilmesi için klinik muayene çoğu kez yeterli değildir. Kesin teşhis faset eklem ya da faset sinirine lokal anestetik enjeksiyonu ile konur.

Konservatif tedaviye cevap vermeyen hastalarda faset eklem blokları, faset sinire dal veren medial sinirin radyofrekans ile termokoagülasyonu sık uygulanan yöntemlerdir.

FASET EKLEM ENJEKSİYONLARI

Faset sendromu bel agrilari içerisinde degerlendirilmesi gereken önemli bir sendrom olarak karşımıza çıkar. Faset sendromu tanisi konulmasinda faset eklem enjeksiyonlarinin özel bir önemi vardir. Faset eklem blokaji 1979’da Bogduk ve Long tarafindan ileri sürülmüstür. Faset sendromu, rekürran disk sendromu ve daha basit yöntemlere cevap vermeyen mekanik kökenli bel agrilarinda kullanilabilir. Diagnostik olarak floroskopi altinda faset eklem içine 2cc % 1 lidokain ya da steroid karisimi ile birlikte verilmektedir. Lomber faset blok komplikasyonlari, agrida geçici artis, intervertebral foramenden geçerek baska bölgeye enjeksiyon olarak siralanabilir.

 

Faset eklem bloklarinda basari orani % 17-83 arasinda degismektedir. Bu konuda hala randomize kontrollü çalismalara gereksinim vardir.
More

Femoral Sinir Nöropatisi

Femoral sinir L2, L3 ve L4 köklerinden lif alarak retroperitoneal olarak pelvisi geçer ve inguinal ligamanın altından geçerek alt ekstremiteye girer. İliakus, sartorius, pektineus ve kuadriseps femoris kaslarını innerve eder. Femoral sinirden ayrılan duysal dallar uyluğun ön iç kısmının, safen sinir ise bacağın iç kısmının duyusunu sağlar.

Femoral sinir iliopsoas, pelvik veya retroperitoneal hematom, tümör veya travmaya bağlı olarak kompresyona uğrayabilir. Femoral nöropatiye diabetiklerde sık olarak rastlanır, ancak dikkatli bir muayene motor defisitlerin bu sinire ait bulgular ile sınırlı olmadığını ortaya koyar. Nöropati dizde boşalmaya neden olan kuadriseps kas gücünde azalma ve uyluk önünde, baldır iç yüzünde duysal yakınmalar ile karakterizedir. Bazen inguinal bölge veya iliak fossada lokalize bir ağrı olabilir.

 

Muayenede patella refleksi alınamıyabilir. Parsiyel lezyonlu olgularda örneğin sadece vastus lateralis kasını içeren sınırlı bir tutulma olabilir, genellikle duyu korunmuştur. Femoral nöropatiden şüphelenilen bir hastada muayenede kuadriseps, iliopsoas ve kalça adduktorları test edilmesi gereken en önemli kaslardır. İliopsoas kasındaki güçsüzlük üst lomber pleksus veya L2, L3 köklerinde etkilenmeyi işaret eder. Kalça adduktorlerindeki güçsüzlük de aynı şekilde lomber pleksopati veya L2, L3, L4 radikülopatiyi düşündürür.

 

Femoral ve safen sinir iletim çalışmaları femoral nöropatiden lomber radikülopatinin ayrılmasını sağlar. Kuadriseps kasında güçsüzlük ve atrofiye neden olan myopati, radikülopati veya myelopati ile ayırıcı tanı yapmak gerekir. Dikkatli bir klinik muayene ve elektrofizyolojik inceleme tanının doğrulanmasına yardımcı olacaktır.
More

Alt Ekstremitede Tuzak Nöropatileri

SİYATİK SİNİRİN TUZAK NÖROPATİLERİ

Siyatik sinir L4-S3 spinal sinirlerinden orijin almaktadır. Siyatik sinir piriformis kasının altında büyük siyatik delikten çıkarak pelvisden ayrılır. İnferior gluteal sinir ve posterior femoral kutanöz sinir de piriformis kasının altında siyatik çentik boyunca siyatik sinir ile birlikte devam ederler. Piriformis kasının üstünden geçen tek sinir superior gluteal sinirdir. Siyatik sinir pelvisden siyatik çentik boyunca ayrılırken piriformis kası tarafından sıkıştırılabilir. İnferior gluteal ve posterior femoral kutanöz sinirde bu durumda genellikle etkilenir.

 

Siyatik sinir lateral (peroneal lifler) ve medial (tibial lifler) trunkuslardan oluşmuştur. Medial trunkus tibial siniri, lateral trunkus ise peroneal siniri meydana getirir. Kalça ekleminin arkasından geçerek uyluğa girer. Hamstring kaslarının hemen hemen tamamı ve aynı zamanda kısmen adduktor magnus kası medial trunkus tarafından innerve edilirken, yalnız biseps femoris kasının kısa başı lateral trunkustan dal alır. Siyatik sinirin duysal dalı yoktur.

 

Proksimal siyatik nöropatilerde lateral turunkusu yapan peroneal lifler her zaman daha fazla tutulma eğilimindedir. Lateral turunkus muhtemelen iki nedenle daha kolay yaralanır: a) lateral turunkus siyatik çentikte açılanma yapar ve esnekliği olmaksızın sımsıkı durur. b) medial turunkusa göre daha az konnektif doku içerir, daha büyüktür ve daha az fasikül içerir, bundan dolayı gerilmelere karşı esnekliği daha azdır.

 

Sinir pelvisten çıktıktan sonra priformis kası altından geçerken sıkışabilir, bu durum piriformis sendromu olarak adlandırılır. Piriformis sendromunda kalça ağrısı siyatik trasesi boyunca ayağa kadar yayılır. Hasta oturtulup dirence karşı abduksiyon ve dış rotasyon yaptırılması ağrı oluşturur. Düz bacak kaldırma testi pozitiftir.

 

Siyatik sinir kalça eklemi çevresinde yer aldığı için proksimaldeki siyatik nöropatilerin en sık nedeni travmadır. Kalça eklemine yapılan cerrahi girişimler ve protez operasyonları da siyatik sinir yaralanmalarına neden olabilir. Bir çalışmada total kalça artroplastilerinden sonra hastaların yaklaşık % 1’inde siyatik nöropati geliştiği bildirilmiştir. İntramuskular gluteal enjeksiyonlara bağlı olarak en sık ortaya çıkan komplikasyon siyatik nöropatidir.

 

Siyatik nöropati genellikle enjeksiyonlardan hemen sonra ortaya çıkar ve çoğunlukla ağrısızdır. Bu bölgede siyatik sinirin kompresyonuna bağlı siyatik sinir nöropatisi seyrektir, siyatik nöropati vakalarının yaklaşık % 25’inde rastlandığı bildirilmiştir. İlaçlara veya alkole bağlı olarak gelişen koma durumlarında sinir kompresyona uğruyabilir. Gluteal veya uylukta kompartman sendromu siyatik sinir nöropatisine yol açabilir. Kalça operasyonu, kırık, iğne biyopsisi, sert yüzeyde oturma, enjeksiyon sonrası nedbe dokusu ve hematom, pelvis içinde endometriozis ve yatakta uzun süreli immobilizasyon vb. nedenlerle siyatik sinir sıkışabilir. Popliteal fossada baker kisti siyatik sinirin daha altta sıkışmasına neden olabilir.

 

Siyatik nöropatili hastalarda en sık rastlanan şikayet güçsüzlüktür. Sinirin ağır lezyonunda hamstring kasları ile birlikte ve diz altındaki bütün kaslarda paralizi gelişir. Hissizlik veya parestezi şikayetlerine de sık olarak rastlanır ve hastaların çoğunda siyatik sinirin innervasyon alanı içinde dizestezik ağrı şikayeti vardır. Diz altında duyu kaybı vardır ve aşil refleksi sıklıkla alınamaz veya belirgin olarak hipoaktiftir. Gluteal kaslarda güçsüzlük olduğunda ya siyatik sinir ile birlikte gluteal sinirlerin etkilendiği ya da daha yukarı seviyede, pleksus veya sinir köklerinde bir patoloji olduğu düşünülmelidir. Özellikle crush yaralanmalarına ve kalça artroplastisine bağlı siyatik sinir tutulmalarına femoral ve obturator sinir hasarı da eşlik edebilir.

 

Siyatik sinirin travmatik lezyonlarının tanı ve değerlendirmesinde sinir iletim çalışmaları yararlı olabilir. Sinir iletim çalışması siyatik sinirin bir veya iki trunkusunuda etkileyen proksimalde yer alan bir lezyonu, sinir peroneal ve tibial sinir olarak ayrıldıktan sonra distalde meydana gelen bir lezyondan ayırmaya da yardımcı olabilir. Ekstensör dijitorum brevis, tibialis anterior veya abduktor hallusis kaslarından kayıt yapıldığında birleşik kas aksiyon potansiyeli amplitüdleri azalmış veya kaybolmuştur.

 

Sinir iletim hızları aksonal dejenerasyona bağlı olarak normal veya hafif yavaşlamıştır. Kompressif nöropatili bazı hastalarda segmental demiyelinizasyona bağlı olarak iletim hızlarının yavaşladığı tespit edilir. Sural veya peroneal superfisyal duyusal sinir aksiyon potansiyelleri çoğunlukla azalmış veya kaybolmuştur, ancak normal olarak kayıt edilmiş olması tanıyı ekarte etmez. Duyusal sinir aksiyon potansiyellerinin alınmış olması hastalarda lezyonun göreceli olarak hafif olduğunu akla getirebilir.

 

Siyatik sinirden innerve olan kaslarda iğne EMG’sinde genellikle akut veya kronik denervasyon bulgularına rastlanır. Yaralanmanın ciddiyetine ve zamanına bağlı olarak uzun süreli, büyük amplitüdlü, polifazik motor ünit potansiyelleri bulunabilir ve reinnervasyon izlenebilir.

PERONEAL SİNİRİN TUZAK NÖROPATİLERİ

Peroneal sinir L4, L5, S1 ve S2 köklerinin posterior divizyonundan oluşur ve popliteal fossa üzerinde siyatik sinirden ayrılır. Fossanın dış tarafı boyunca aşağıya inerken, sural sinir ile birleşen bir kutanöz dal ve bacağın ön dış yüzünde yer alan lateral kutanöz sinir ayrılır. Fibula boynunun çevresinde döner, superfisyal peroneal (muskulokutanöz) ve derin peroneal (anterior tibial) sinir olarak iki dala ayrılır. Superfisyal peroneal sinir bacağın dış kenarından aşağıya doğru iner, peroneus longus ve brevis kaslarını innerve eder, bacağın alt ön yüzünün ve ayak sırtının büyük kısmının duyusunu sağlar.

 

Derin peroneal sinir bacağın ön yüzünden aşağıya iner, ekstansör retinakulumun altından geçmeden önce tibialis anterior, ekstansör hallusis ve digitorum longus ve peroneus tertius kaslarının innervasyonunu, retinakulumu geçtikten sonra lateral terminal dalı ekstansör digitorum brevis kasının ve medial terminal dalı ise ayak sırtında birinci ve ikinci parmaklarının birleşme yerindeki küçük bir bölgenin duyusal innervasyonunu sağlar.

 

Peroneal sinir özellikle fibula başı ve boynu hizasında kompresyona ve direkt travmaya uğruyabilir. Total diz artroplastisi veya dize yapılan artroskopik bir girişim sonucu sinir hasarlanabilir. Alçılar, bacak ortezleri, yüksek botlar, sıkı çorap bağları, çoraplar ve bacak bacak üstüne atarak uzun süre oturma sonucu sinir bası altında kalabilir. Ayrıca anestezi sırasında hastanın uygunsuz pozisyonda yatırılması da sinirin basısına neden olabilir. Bu şekilde basıya bağlı felçlere özellikle zehirlenme, stupor veya koma nedeni ile yatan hastalarda daha sık olarak rastlanır.

 

Ayak bileğinin inversiyon yaralanmaları peroneal nöropatinin daha nadir görülen sebeplerindendir. Akut lateral kompartman sendromları atletik aktivite sonucu gelişebilir. Sinir biseps tendonu, gastroknemius lateral başı ile fibula başı arasında çömelme sırasında vücut ağırlığının kaslarda yarattığı kompresyon gücü ile sıkışabilir. Kilo kaybından sonra gelişen peroneal nöropati de tarif edilmiştir. Burada beslenme yetersizliği, metabolik faktörler veya siniri çevreleyen koruyucu subkutanöz dokunun azalmasının olaya neden olduğu düşünülmektedir ve prognoz genellikle iyidir. Tümör veya kistlere bağlı olarak gelişen peroneal nöropatiler nadir de olsa rastlanmıştır. Peroneal nöropati diabetik hastalarda daha sıktır.

 

Peroneal sinir lezyonunda ayak sırtının ve bacağın ön yan yüzünün duyu kaybına eşlik eden, ayağın dorsifleksiyon, eversiyon ve ayak baş parmağı dorsifleksiyon kas gücünde zayıflık bulgularına rastlanır. Ağır lezyonlarda düşük ayak gelişir. Ayağın inversiyonunu sağlayan kas peroneal sinirden innerve olmadığı için ayağın inversiyonu normaldir. Bu durum peroneal sinir felci ile siyatik sinir veya lumbosakral kök lezyonları arasında klinik olarak ayırıcı tanı yapmaya yardımcı olur. Fibula boynu veya başı hizasında lokal olarak hassasiyet vardır.

 

Motor nöron hastalığı bazen düşük ayak ile birliktedir, ancak fasikulasyon varlığı, üst motor nöron defisitler ve duyunun korunmuş olması motor nöron hastalığını peroneal nöropatiden ayırır.

 

Peroneal sinirde parsiyel bir lezyon geliştiğinde klinik defisitler daha değişiktir. Bir çalışmada derin peroneal sinirden innerve olan kasların superfisyal peroneal sinirden innerve olan kaslardan daha fazla etkilenme eğiliminde oldukları bildirilmiştir, bazen bu durum yanlışlıkla derin peroneal nöropati olarak ifade edilir.

 

Bazen ekstansör digitorum brevis (EDB) kasının dış kısmının yarısı superfisyal peroneal sinirin dalı olan aksesuar derin peroneal sinir tarafından da innerve edilebilir. EDB aksesuar derin peroneal sinirin de volanter kontrolu altında olduğu için, bu hastalarda derin peroneal sinirin komplet lezyonu gözden kaçabilir.

 

Derin peroneal sinir anterior tibial kompartman içinde sıkışabilir. “ Anterior kompartman sendromu” olarak adlandırılan bu durumda kas ödemi derin peroneal sinirin tuzaklanmasına neden olur. Ödemin nedeni aşırı egzersiz, travma veya anterior tibial arterin oklüzyonu olabilir. Nörolojik hasarı azaltmak için acilen dekompresyon ameliyatının yapılması gerekir. Derin peroneal sinir ayak sırtında da sıkışabilir. Ağrıya, parestezik yakınmalara veya EDB kasında güçsüzlüğe neden olur, anterior tarsal tunel sendromu olarak isimlendirilir. Sinirin medial dalı ekstansör hallusis brevis tendonunun altında sıkışabilir ve baş parmak ile ikinci parmağın birleşim yerinde sadece duysal şikayetlere yol açar.

 

Superfisyal peroneal sinir aşırı aktivite veya travmaya bağlı olarak lateral (peroneal) kompartmanda tutulabilir. Hastalarda ayak sırtında ağrılı parestezik yakınmalar vardır. Klinik olarak lateral malleolün yaklaşık 10 cm üzerinde lokal hassasiyete ve duyu kaybına rastlanır.

 

L5 radikülopatisi, lumbosakral pleksusus lezyonu, siyatik sinirin kısmi lezyonları ve motor nöron hastalığı ayırıcı tanıya girer.

 

Diz bölgesinde sinirin sıkışmasının önlenmesi için hastanın uyarılması önemlidir. Hastaların büyük çoğunluğunda klinik tablo kendiliğinden düzelir. Düzelmeyen vakalarda cerrahi girişim endikasyonu vardır. Fibuler tünel içinde sinir serbestleştirilir. Dekompresyondan sonra motor fonksiyon % 87 olguda düzelmektedir. Anterior kompartman sendromunda acil girişim gereklidir. Fasyotomi ile hem kasın hem de sinirin iyileşmesi sağlanır.

TİBİAL SİNİRİN TUZAK NÖROPATİLERİ

Siyatik sinirin medial trunkusunun devamı olan tibial sinir popliteal fossa üzerinde siyatik sinirden ayrılır ve gastroknemius kasının iki başı arasından derinleşerek aşağıya iner. Gastroknemius, plantaris, soleus, popliteus, tibialis posterior, fleksör digitorum longus ve fleksör hallusis longus kaslarının innervasyonunu sağlar. Ayak bileğinde fleksör retinakulum altında tarsal tünel içinden geçer. Tarsal tünel içinde kalkaneal dal ile medial ve lateral plantar olmak üzere üç dala ayrılır.

 

Tibial sinirin popliteada sıkışması nadirdir, ancak Baker kisti, popliteal anevrizma veya tümör sinirin sıkışmasına neden olabilir. Bu nöropati ayağın plantar fleksör, invertör ve intrensek kaslarında güçsüzlük ile karakterizedir. Duyu kaybı ayak tabanındadır ve bazen sural sinir alanı içinde de olabilir. Aşil refleksi genellikle alınamaz. Tibial nöropatinin sakral radikülopati, pleksopati ve parsiyel siyatik nöropati ile ayırıcı tanısının yapılması gerekir. Kas güçsüzlüğünün dağılımı ve duyusal değişiklikler ayırıcı tanıya yardımcı olur. Tedavi altta yatan sebebe yöneliktir.

 

Tibial sinir veya dallarının fleksör retinakulum altında fibroossöz tünel içinde sıkışmasına tarsal tünel sendromu (TTS) denir. Ayak bileği ve/veya ayakta ağrı, ayak tabanında parestezik şikayetler ile karakterize bir durumdur. Motor bozukluk belirgin değildir ve nadiren parmak fleksörlerinde hafif kuvvetsizlik olabilir. Ayakta medial malleol arkasında tarsal tünel üzerine uygulanan basınç(tinel sign) ağrı ve paresteziye neden olabilir. Semptomlar aktivite ile artar, istirahatle azalır ve sıklıkla geceleri şikayetler daha şiddetlenir, bazen bacağa doğru yayılabilir.

 

İğne EMG’sinde ayağın intrensek kaslarında denervasyon bulgularına rastlanır. Olguların %90’ından fazlasında TTS’ u tanısını doğrulamak için seçilecek test sinir iletim çalışmasıdır . Sinir iletim çalışmasında ileti hızında yavaşlama ve distal latansta gecikme saptanır. Tibial sinirin proksimaldeki lezyonlarında rastlanan bulgulara zıt olarak, baldır kaslarının kas gücü normaldir ve aşil refleksi korunmuştur. Lokal steroid enjeksiyonlarına cevap alınamadığı, semptomların şiddetinin arttığı veya lokal yapısal anormallik olduğunda tedavisi için cerrahi dekompresyon gerekebilir.

FEMORAL SİNİR NÖROPATİSİ

Femoral sinir L2, L3 ve L4 köklerinden lif alarak retroperitoneal olarak pelvisi geçer ve inguinal ligamanın altından geçerek alt ekstremiteye girer. İliakus, sartorius, pektineus ve kuadriseps femoris kaslarını innerve eder. Femoral sinirden ayrılan duysal dallar uyluğun ön iç kısmının, safen sinir ise bacağın iç kısmının duyusunu sağlar.

 

Femoral sinir iliopsoas, pelvik veya retroperitoneal hematom, tümör veya travmaya bağlı olarak kompresyona uğrayabilir. Femoral nöropatiye diabetiklerde sık olarak rastlanır, ancak dikkatli bir muayene motor defisitlerin bu sinire ait bulgular ile sınırlı olmadığını ortaya koyar. Nöropati dizde boşalmaya neden olan kuadriseps kas gücünde azalma ve uyluk önünde, baldır iç yüzünde duysal yakınmalar ile karakterizedir. Bazen inguinal bölge veya iliak fossada lokalize bir ağrı olabilir.

 

Muayenede patella refleksi alınamıyabilir. Parsiyel lezyonlu olgularda örneğin sadece vastus lateralis kasını içeren sınırlı bir tutulma olabilir, genellikle duyu korunmuştur. Femoral nöropatiden şüphelenilen bir hastada muayenede kuadriseps, iliopsoas ve kalça adduktorları test edilmesi gereken en önemli kaslardır. İliopsoas kasındaki güçsüzlük üst lomber pleksus veya L2, L3 köklerinde etkilenmeyi işaret eder. Kalça adduktorlerindeki güçsüzlük de aynı şekilde lomber pleksopati veya L2, L3, L4 radikülopatiyi düşündürür.

 

Femoral ve safen sinir iletim çalışmaları femoral nöropatiden lomber radikülopatinin ayrılmasını sağlar. Kuadriseps kasında güçsüzlük ve atrofiye neden olan myopati, radikülopati veya myelopati ile ayırıcı tanı yapmak gerekir. Dikkatli bir klinik muayene ve elektrofizyolojik inceleme tanının doğrulanmasına yardımcı olacaktır.

LATERAL FEMORAL KUTANÖZ SİNİR NÖROPATİSİ

Lateral femoral kutanöz sinir L2 ve L3 spinal sinirlerinden orijin alır. Psoas kasının dış kenarından çıkarak iliak kası çaprazlar ve inguinal ligamanın lateralinde bir tünelden geçer. Saf duyusal bir sinirdir. Uyluğun ön yan bölümlerinin duyusunu sağlar. Tuzaklanma nedeni inguinal ligaman altından geçerken sinirin kıvrımlaşması ve basıya uğramasıdır. Dar giysiler, korseler, ortezler veya dayanarak çalışma basıya neden olabilir. Şişmanlık veya hamilelik nedeni ile lomber lordozu artmış kişilerde bu sinirin tuzak nöropatisine sık olarak rastlanır, kilo verilmesini takiben veya doğumdan sonra semptomlar düzelebilir.

 

Sinirin tuzak nöropatisi klinik olarak meraljia parestetika tablosunu ortaya çıkarır. Uyluk yan yüzünde uyuşma, parestezi ve ağrı şikayeti olur. Dokunma ile ağrı oluşabilir. Ayakta durmak ve uzun süre yürümek semptomları arttırabilir. Ayırıcı tanıda femoral nöropati ve L3 radikülopatisi düşünülmelidir. Kas güçsüzlüğünün olması, duyusal bulguların yaygınlığı ve refleks değişiklikleri femoral nöropatiyi düşündürür.

 

Lateral kutanöz femoral sinirin sinir iletim çalışmaları oldukça güçtür ve her zaman güvenilir sonuç vermiyebilir. Normal elektrofizyolojik bulgular diğer nöropatilerin ve radikülopatinin ayırıcı tanısında yardımcı olur. Bazı olgularda spontan iyileşme olur. Ağrının kontrolünde analjezikler kullanılır. Kilo verilmesi ve abdominal kasların kuvvetlendirilmesi yararlıdır. Kortikosteroid ve lokal anesteziklerin inguinal ligamanın lateral kısmından enjeksiyonu rahatlama sağlar. Semptomların tekrarlaması halinde fizik tedavi modaliteleri uygulanabilir. Yakınmaların devamı halinde nadiren dekompresyon operasyonu gerekli olabilir.

KAYNAKLAR

1-Akarırmak Ü: Tuzak nöropatileri. In: In: Beyazova M, Gökçe-Kutsal Y (ed.): Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon. Güneş Kitabevi, Ankara, 2071-2089, 2000.

 

2-Akı S, Alev L, Boyacıyan A, Karan A: Siyatik sinir nöropatisine sebep olan etyolojik faktörlerin değerlendirilmesi. Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi. 1(1): 65-67, 1998.

 

3-Akyuz G, Us O, Turan B, Kayhan O, Canbulat N, Yilmar IT: Anterior tarsal tunnel syndrome. Electromyogr Clin Neurophysiol. 40(2):123-128, 2000.

 

4-Aminoff MJ: Sciatic Neuropathies. In: Aminoff MJ (ed.): Electromyography in clinical practice. Churchill Livingstone, New York, 493-498, 1998.

 

5-Aminoff MJ: Peroneal Neuropathies. In: Aminoff MJ (ed.): Electromyography in clinical practice. Churchill Livingstone, New York, 465-478, 1998.

 

6-Fabre T, Piton C, Andre D, Lasser E, Durandeau A: Peroneal nerve entrapment. J Bone Joint Surg Am. 80 (1): 47-53, 1998.

 

7-Oh SJ: Nerve conduction in focal neuropathies. In: Oh SJ (ed.): Clinical Electromyography. Williams & Wilkins, Baltimore, 496-574, 1993.

 

8-Park TA, Del Toro DR: Electrodiagnostic evaluation of the foot. In: Wertsch JJ (ed.): Electromyography. Physical Medicine and Rehabilitation Clinics of North America. 9(4): 871-896, 1998.

 

9- Sarı H: Bacak ağrıları. In: Erdine S (ed) : Ağrı. Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul, 351-358, 2000.

 

10-Stewart JD: The sciatic nerve, the gluteal and pudendal nerves, and the posterior cutaneous nerve of the thigh. In: Stewart JD (ed.): Focal Peripheral Neuropathies. Elsevier, New York, 271-289, 1987.

 

11-Stewart JD: The common peroneal nerve. In: Stewart JD (ed.): Focal Peripheral Neuropathies. Elsevier, New York, 291-306, 1987.
More

Dirsek Anatomisi

Dirsek humerus adı verilen kol kemiği ile radius ve ulna isimli önkol kemikleri arasında menteşe biçimli bir eklemdir.

Kemiklerin dizilimi ve ilişkileri menteşe hareketine ek olarak az miktarda dönüş (rotasyon) hareketine de izin verir. Bu dönme hareketi eli ağıza götürme gibi önemli fonksiyonlarda belirgindir.

Dirseğin eklemini meydana getiren kemik yapıları dışındaki temel stabilizatör (sabitleyici) yapı iç taraftaki ulnar kollateral ligament denen bağdır.

 

Dirsekteki yaralanmaların en sık görüleni dış kısımda olur ki bunun en tanınan tipi tenisçi dirseğidir.
More